Kapitalist egonun yükselişi (I)

Tuzla´da tersanelerde ölümler¸ maalesef¸ 32´ye çıkmış bulunmaktadır. Kimilerinin ihmal¸ kimilerinin kâr hırsı veya sair nedenlere dayandırdığı bu acı olayı net bir şekilde çözümleyebilmek için¸ bir ağaca bakmak yerine¸ ormana girip¸ ormanın dokusunu irdelemek¸ bu bağlamda¸ kapitalizmin tarihsel süreç içinde değişen çehresine karşın¸ koruduğu özü netleştirmek gerekmektedir.
 
˝kapitalizm˝ olarak adlandırdığı sistem¸ ilk dönemlerinden günümüze dek¸ sermaye hakimiyetinin başatlığında¸ çevresindekileri farklı dönemlerde farklı derecelerde metalaştırıp sömürerek hakimiyetini sürdürmüştür. Günümüz koşullarında¸ emekçilerin kazanılmış haklarının geri alındığı gerçeği ve söylemi¸ koşullara bağlı olarak kapitalizmin tarihsel dönüşüm sürecini yansıtmaktadır. Başlangıç aşamalarında yoğun insan sömürüsü üzerinde yükselmiş olan sistem¸ bazı tarihsel koşullar altında zorlanarak ya da¸ sosyal demokrasi uygulamalarında olduğu gibi¸ çoğu durumda da bizzat kendi çıkarı doğrultusunda¸ emekçi sınıfla ittifaka girerek¸ kapitalist egosuna kısmen ket vurmuş¸ ancak günümüzün küreselleşme ortamında tüm kozlar sermaye lehine dönünce yine tarih sahnesine çıkmış bulunmaktadır. Böyle bir süreçte¸ sistemin devinim yasası gereği¸ tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşanan acı gerçekleri insansal açıdan olumsuz görmekle beraber¸ sistem mantığı ile uyumlu olduğunu teslim etmemiz gerekmektedir. Örneğin¸ ülkemizde çalışma yaşamında gördüğümüz insan hakları ihlalleri ve Tuzla katliamı karşısında sermaye ve siyasal çevrelerin duyarsız kalmaları¸ insanın kalbini sızlatıyor olmakla beraber¸ sistem mantığı ve işleyiş dinamikleri ile hayli uyumlu olduğundan¸ sistemin güçlü kesimlerinin ve onların siyasal temsilcilerinin söz konusu katliamlara karşı fazla hassasiyet göstermeden olayı geçiştirmeye çalışmalarına fazla şaşmamak gerekir! 

Kapitalizmin tarihsel dönüşüm hattının başlangıcını Avrupa´da gelişen kapitalist çizginin ilk dönemlerinde görüyoruz. Başta İngiltere´de olmak üzere¸ Fransa¸ Hollanda ve Almanya gibi hemen tüm kapitalistleşen Avrupa ülkelerinde¸ 1802 tarihinde ilk fabrika yasası çıkana dek¸ tam bir emekçi sömürüsü ve insan hakları ihlali yaşanmıştır. Kadınların¸ çocukların¸ hatta hasta ve yaşlıların uzun çalışma saatlerine maruz bırakılmaları sermaye birikimine katkı yaparken¸ insan sağlığı ve yaşamı değersiz görülmüştür. Çoğu işkollarında çocuk emeği tercihli idi¸ zira çocukların disipline edilmesi ve ücretlerinin düşük tutulabilmesi işveren için fevkalade önemli idi. Kadın emekçiler de işverenler için aynı nedenlerle önemli ve avantajlı görülüyordu. İngiltere´de 1930´larda tekstil sanayiinde emekçilerin üçte ikisi kadın emekçilerden oluşuyordu. Çıplak ayaklarla¸ zehirli hava ortamlarında veya yeni geliştirilen makinaların başında tam bir disiplinle çalışma¸ emeklerini işverene satmak durumunda olan dönemin emekçileri için¸ alternatifi işsizlik ve açlık olan¸ karşı koyulması olanaksız çalışma koşulları idi.

İşverenlerin ve fabrika sahiplerinin yükselen kapitalist egoları zamanla bir yandan diyalektik gelişme çerçevesinde cılız boyutta muhaliflerini üretirken¸ diğer yandan da sistem dışı gelişmelerden etkilenmeye başlamıştır. İşçilik yaşamında insanlık dışı davranışlara karşı başlayan uyanışlar 1758´de makina kırmalar şekline dönüştü ve bu eylem 1790´lardan itibaren daha da  yoğunluk kazanmaya başladı. Bir yandan giderek yoğun işçileşen alanlarda sömürüye karşı tepki bilincinin gelişmesi¸ diğer yandan da bizzat fabrika sahiplerinin çalışma koşulları ile verimlilik arasındaki ilişkiyi görmeleri¸ toplumu çalışma koşulları üzerinde düşünmeye ve bazı önlemlerin alınmasına yöneltti. Böylece¸ sistemi yumuşatma ve meşrulaştırma görevi ile yükümlü olan devlet¸ çalışma koşulları ile ilgili emekçiler lehine bazı düzenlemeler yapmak üzere devreye girerek¸ işgücü alanında çalışma başlatmıştır. Bu çalışmalar sırasında¸ ˝hangi işkolu emekçileri hakkında düzenleme yapılacağından¸ devlet ücretleri düzenleyebilir mi˝ konusuna dek bir dizi alanda tartışmalar yaşanmıştır. Ancak¸ kapitalist ego ile tartışmalara müdahil olan işveren kesimi tartışma alanlarının hemen tümünde olumsuz tavır sergilemiş ve böyle bir direnç karşısında 1802 yılında kabul edilmiş olan ilk fabrika yasasına rağmen¸ 1830´lara dek emekçi haklarını düzeeltecek fazla bir adım atılamamıştır. Direnişlerden emekçiler örgütlenme yoluyla güç kazanacaklarını¸ buna karşın işverenlerin ise emekçileri bireysel olarak muhatap almakla güçlü olacaklarını anlamaya başladılar. Bunun üzerine¸ yine devlet sermayenin yanında yer alarak¸ emekçilerin toplanmasını engelleyen ˝Birleşme Yasası˝nı kabul etti. Emekçilerin birleşmesini engelleyen bu yasanın kabul edilmesiyle tüm yasal yolların kendilerine kapalı olduğunu anlayan emekçiler 1811 yılından başlayarak 1848 yılına dek sermayeye ve makinalara karşı şiddetli tepkiler koymuş¸ makinaları kırma girişimlerini artırarak sürdürmüşlerdir. Emekçilerin bu davranışı karşısında sermaye sahipleri de devletin himayesinde tepkilerini yükseltmişler¸ hatta fabrika veya makina tahribatı esnasında yakalanan emekçilere idam cezası verilmesini öngören yasal önlemleri dahî yaşama geçirme teşebbüsünde bulunmuşlardır.

Kapitalist egoyu bastırabilmek için emekçilerin kahramanca mücadelesi sürerken¸ emekçilerin mücadelesine önemli katkı yapan ve yükselen egoyu baskılayabilen önemli bir tarihsel koşulu¸ 1917 Sovyet Devrimi ve İkinci Paylaşım Savaşı sonucunda sahneye çıkmış olan Kızıl Çin  oluşturmuştur. Dünyanın büyük bölümünün kızıl renge bürünmesi kapitalist dünyada sermaye kesimini ürkütüp¸ emekçilerle ittifak görüntüsü yaratacak ve böylece onlarda  bilinç bulanıklığı oluşturabilecek politikaları devreye sokmaya yöneltmiştir. Böyle bir arayış ve ekonomik çalkantılarla arayış içinde yürüyen sistemin 1929 Krizi ile sarsılması ve kriz sonrası geliştirilen sosyal içerikli politikalar sermaye dışı kesime olduğu kadar¸ ilginçtir ki¸ ulusal piyasaları genişleterek bizzat sermaye kesimine de rahat bir nefes aldırmıştır. 

1929 yılında Amerika Birleşik Devletleri´nde borsada başlayan kriz reel sektöre yayılırken¸ gelişmiş Avrupa piyasalarını da etkilemeye ve kapitalist dünyada büyük çapta işsizliğe neden olmuştur. Sermayenin sürüklendiği bu kriz sonucunda emeğin baskılanması düşünülürken¸ ulus devlet içinde emeğin baskılanması piyasaları da daraltacağından¸ bu yola gidilmeyip¸ tam tersine¸ emeğin parasal olanaklarının yükseltilmesi yoluna gidildi. Başka bir ifade ile¸ politika tarihinde ˝sosyal demokrasi˝ olarak bilinen ve sermaye dışı kesimlerin üretim araçları mülkiyetine dahil edilmeden¸ sadece milli gelirden görece yüksek pay almalarını sağlayan politikalar şeklinde tanımlanabilecek uygulamanın bir işlevi de sermayenin piyasa olanaklarının genişletilmesidir. Bu yönü ile sosyal demokrasi politikasını yorumlamak gerekirse¸ emekçilerin fedakârca yürüttükleri mücadeleleri yadsımadan¸ söz konusu politikaların sermaye ve fabrika sahiplerinin piyasayı genişletme amacıyla kendi çıkarlarına yönelik uygulama olarak geliştirdikleri ve/veya bu yöndeki taleplere izin verme şeklinde ortaya çıkmış olan stratejik uygulama olduğunu söyleyebiliriz.

DEVAM EDECEK…

____________

* Prof. Dr.

1594910cookie-checkKapitalist egonun yükselişi (I)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.