“Kayıp Kitap”ın akıbetini yazarı da bilmiyor

-Bu dördüncü romanınız. Açıkçası kısa sürede dört kitap zor bir iş. Hızlısınız yani… Bu roman ne kadar süre içinde yazıldı?
-Romana dönüştürdüğüm araştırmalarımın belirli bir süresi yok ancak yazımı ne kadar vakit aldı diyorsanız üç aylık bir zaman zarfında Kayıp Kitap okunacak hale geldi. İlk romanımın 430 sayfasını 12 gecede yazdığımı hatırlıyorum. Yani ruhumda taşlar yerine oturunca yazmak sadece geri kalan prosedürü yerine getirmek haline geliyor. Şu sıralar yazmak eylemi bende sadece bir hobi. Umarım bu hobi geliştirdikçe çok daha tatlı şeyler ortaya çıkacaktır.

-Kahramanınız Yüzbaşı Atakan “Beyaz Ses/ Ley Hatları”nda da, “Kayıp Kitap”ta da başrolde. Neden başka bir kahraman değil de Yüzbaşı Atakan.
-“Kayıp Kitap” aslında daha önce çıkmış “Beyaz Ses” romanının bir devamı niteliğindeydi. Ancak farklı yayınevlerinden, birazda aceleye getirilerek çıktığı için bu vurguyu romanın içinde yapamadık. Şimdi Paraf Yayınları her iki romanın da genişletilmiş halini bir set olarak 2011 yılında yayınlamayı planlıyor. Atakan roman örgüsünde olayları anlatmam için geliştirdiğim ilginç bir karakter. Sanırım romanları okuyanların Atakan’ın askeri kimliği daha ön planda tutmaları gerekiyor.

-Bundan sonra Yüzbaşı Atakan’ın maceralarını okuyacak mıyız?
-Yüzbaşı Atakan beni yaz dediği mühletçe neden olmasın? Ama okurlar bundan sonra benden farklı romanlar beklesin derim.

-Edebi anlamda çok kaygı taşımayan romanlar yazdınız. Çabuk okunan ve çabuk unutulan kitaplar bunlar. Bundan sonra yazarlık serüveninizde ne olmasını istiyorsunuz. Kısaca nereye doğru koşmayı planlıyorsunuz?
-Yazıp çizdiklerimin aslında bir roman olarak algılanması çıkan ürünlerin başka bir ifade tekniğine uygun bulunmamasından kaynaklanıyor. Yazmak hele ki romancılık benim çizdiğim yolda “bir şeyleri duyurabilme” ihtiyacı için kullanılan bir araç. Evet, edebi romanlar yazmak gibi bir kaygım hiç olmadı. Selis yani akıcı, kolay anlaşılabilir kısa ve net vurgularla bir şeyi anlatmamdan ötürü edebiyat çevrelerinin tepkisini veya ilgisizliğini yaşasam da hayatında bir kitabı dahi eline almamış insanlardan “ Bir başka kitap olsa hayatta sonunu getiremezdim. Bir günde okudum. Elimden bırakamadım” gibi tepkiler duymak,” tercihimin doğru olduğunu gösterdi. Yine de bundan sonraki romanımı “sanat sanat içindir” felsefesi doğrultusunda ve eleştirmenlerin gözüne girmek için yazıp “bakın bunu ben de yapabilirim.” demek istiyorum.

-“Peymani Tılsım” ilk romanınız. Üzeyir Garih cinayetini anlatan bir girişle başlamıştınız kitabınıza. Sonra başka noktalara geldiniz? Üzeyir Garih’in cinayetiyle ilgili miydi bu romanınız? Yoksa kurgu muydu?
-Romanı okuyup da, bunu sormayan ya da olayla ilintilendirmeyen hiç kimse kalmadı. Size de onlara verdiğim cevabı “Ülkede bazı şeyler romanda dahi olsa tarihe not düşülmesi gereken değerlerdir. En azından ben bu kadarına cesaret edebildim” demekten öteye geçemem. Ancak bizdeki okuyucu kitlesi ile dünyadaki okuma anlayışı biraz farklı. Romanlarımı kaleme alırken okuyuculara “Birde olaya böyle bakın!” demekti amacım. Yoksa ifşa değil. Sadece ağızda tat bırakarak insanları düşünceye sevk ederken yalın olarak olayları anlatmalıyım diye düşünüyordum. En azından okuyucu kitlesinde bunu başardığımı düşünüyorum.

-Tarihe olan merakınız nereden geliyor?
-İnsanın olacağı şeye dair merakından. Sonunda bende bir tarih olacağım.

-Ya Abdülhamit’e olan merakınızın sebebi nedir?
-Despot-Mazlum, Bilinir-Anlaşılmaz, Kızıl-Dindar gibi birçok tezatı içinde barındıran bir olguya karşı meraksız kalmam imkansızdı. Kaldı ki Osmanlı tarihinde II. Abdülhamit dönemi ve şahsı gerçekten incelenmesi gereken bir değer olarak karşımızda duruyor.

-Türk Silahlı Kuvvetleri ve MİT elemanlarından size nasıl bir yaklaşım var? Kitaplarınızı okumuşlar mı?
-Kitaplardan sonra yaşadığım birkaç tecrübe kitapların gayet iyi okunduğunu gösterdi. Yani maksat hasıl olmuştur.

-Barnabas İnciliyle ilgili birkaç yazı okumuştum. Bu incilin bazı nüshalarının özel harp dairesinin elinde olduğu söyleniyor? Böyle bir İncil var mı? Konu hakkında kaynaklara nasıl ulaştınız?
-Tabiî ki araştırarak, gezerek ve ilgili insanlardan dinleyerek. Böyle bir İncil tabiî ki var. 1981 yılında Şırnak Uludere’de Babat Aşireti tarafından bulunan sonra dönemin Malatya Mülletvekili’nin eline geçen Aramice yazılmış deri parşömenlerin Barnabas İncili olduğu biliniyor. İncil merhum Turgut Özal zamanında Sami Karamısır paşanın izniyle çevrilirken şu anda Ergenekon’dan yargılanan birkaç zevatın eline geçiyor. Sonrası muamma. “Kayıp Kitap” konuyu bilenler tarafından dikkatlice incelenirse, romanın bu muammaya ışık tutmak için yazılmış olduğu anlaşılacaktır.

-Dan Brown’un “Da Vinci Şifresi” adlı kitabı, Hıristiyanlık ve Museviliğin çatışması olarak adlandırılmıştı. Hıristiyanlığın temel taşlarını yerinden oynatan Dan Brown, Opus Dei örgütünü çok kızdırmıştı. Ufukta böyle bir çatışma var mı?
-Ufukta olmasına gerek yok hali hazırda var.

-Sonuçta Hz. İsa İsrail oğullarına bir elçi olarak gönderilmiş bir peygamber. Buna rağmen İznik Konsülüyle onun getirdiği din ayrı bir din olarak kabul ediliyor ve Hıristiyanlık, Yahudiliğin bir mezhebi olmaktan kurtarılıyor. Bu dinler arasında nasıl bir güç savaşı var? Müslümanlık bu savaşın neresinde yer alıyor?
-İşin temeline bakarsanız aslında Müslümanlar ile Yahudiler arasında tarih süreci boyunca çok büyük sorunlar yaşanmamıştır. Yahudi toplumlarına örneğin, Ukrayna’da, İspanya’da ve Avrupa’da yüzyıllar boyu toplu katliam yapan insanların hepsi koyu Hıristiyan inancına sahip kişilerdi. Hitlerin Gamalı Haç’ını unutmamalı. Yüzyılımızda Müslüman-Yahudi çatışmasına zemin hazırlayanlar fanatik Hıristiyan inancına sahip olanlardır. Müslüman dünyasında Yahudi sorunu İngilizler aracılığıyla ihraç edilmiştir, böylece Ortadoğu’yu tasarımlamak istemişlerdir. Maalesef ki şu anda dünya üzerindeki değişik İslam toplumları, Hıristiyan düşüncesinin ekonomik gücünü elinde bulunduranlar tarafından Yahudilere oynanan satrançta bir koz olarak kullanılmaktadır. Münferit ve bağımsız bir İslam düşünce akımı gelişene değinde süreç böyle işleyecektir.

-Dünya var olduğu günden beri dinler savaşlarına sahne oluyor? Geleceğin dinler savaşı sizce nasıl olacak?
-Gelecekte dinler arasında değil değerler arasında bir savaş olacak. Uzun vadede özellikle Katolik Hıristiyanlık inancına sahip olanlar ile Müslüman inancına sahip olanların ve Ortodoks Yahudilerinin tek ortak düşmana karşı birleşeceğini düşünüyorum. O da Global Sermayeyi elinde bulunduran güçler ya da başka bir ifadeyle çeşitli örgütler olacaktır.

-Hangi gizli örgütler bunlar…
-İllumaniti, Skulus and Bones Socıety, Bohemian Grove, CFR, Mason Locaları vs… Bu tür gizli örgütler bütün dinlerin düşmanı olan ateist yapılanmalardır. Dünyadaki uyuşturucu, seks, terör, kumar, eğlence sektörünü elinde bulunduran bu güçlerin, şu an Hıristiyan toplumlarında daha çok konuşlanmış olmasına aldanmamak gerekir.

-Opus Dei ve Mason örgütü arasında bir benzerlik var mı?
-Bu tür gizli yapılanmaların teşkilatlanma çizelgeleri çok az farklarla birbirlerine çok yakındır. Bütün bu gizli örgütlerde dikey değil yatay yapılanma biçimi kabul görmüştür. Ancak amaç olarak Opus Dei ve Masonlar birbirlerine tam zıt ve düşman iki gizli örgüttür. Masonlar locaları her ne kadar kendilerinin şeffaf dernekler olduklarını iddia etseler dahi şeffaf olan tarafı çoğunlukta olan dış halkaları temsil eden isimlerin toplumdaki yansıma biçimidir. Masonlar Opus Dei’yi Vatikan Mafyası olarak nitelendirmektedirler. Tabi bu düşmanlığın temeli tarih sayfalarında Tapınak Şovalyelerine kadar ulaşır. Opus Dei’nin ataları sayılan Papalığın çevresinde konuşlanmış güçler Masonluğun ataları sayılan Malta ve Tapınak Şovalyelerinin güçlenmesinden rahatsız olunca onları ülkelerine geri çağırırlar. Daha sonrada özellikle Fransa ve İspanya’da, geri gelen şovalyelerin birçoğu cadı ve büyücü olarak yakılmışlar. Kaçanlar ise 13. ve 14. yüzyılda İskoçya’ya kaçarak Masonik yapılaın ilk temellerini atmışlardır.

-Opus Dei Türkiye’de etkili bir örgüt müdür? Türkiye’de kimlerle çalışıyorlar, biliyor musunuz?
-Kişilerle değil ama düşünceler ile çalıştıklarını ve etkili de olduklarını biliyorum. Yaşadığımız konjuktürde Opus Dei İN, Masonlar AUT görünüyor. Mehmet Ali Ağca’nın Papa’ya suikasti ile Fetullah Gülen’in Papa’yı ziyaretleri arasındaki fark bu dönüşümün canlı şahididir.

733680cookie-check“Kayıp Kitap”ın akıbetini yazarı da bilmiyor

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.