Ana SayfaKÖŞE YAZILARIACİL SERVİSTE 24 SAAT

ACİL SERVİSTE 24 SAAT

SEDAT YILDIRIM SARICI* – Pazarlardan bir pazar günüydü demeyeceğim. İki hafta önce (2 Kasım) stüdyoda gitar dersi verirken kalpte yanma, daralma sonrası bir de çivileme gibi bir his olunca Pazartesi günü mahalle doktoruna gittim.

Kullandığım on farklı hapın listesinin de olduğu sağlık durumumu özetleyen üç sayfalık bir mektupla beni acilen acil servise postaladılar. Karı koca Güney Londra’daki King’s College Hospital’a gittik.
İngiltere King’s College Hospital acil servis girişi – NHS acil servis deneyimi
King’s College Hospital, Acil Servis

 

Acil servisin kapısından girer girmez görevliler koşacak ‘ne oldu arkadaş’ filan gibi bir şey soracaklar zannedenler benim gibi havasını alırlar. Giriş koridorunun sağı ve solunda dörderden sekiz tane masa üstü ekran konumlandırmışlar. Durumunuzu ekrana yazıyor, hastaneye giriş yapıyorsunuz.
Yalnız sekiz ekranın sekizi de kullanımda. Bazılarında kuyruk bile oluşmuş. Biraz ilerde iki görevli hanım var. Siyahi olanı gülümseyerek bizi çağırdı, ‘ekranlar çok dolu ben yardımcı olayım’ dedi. Mahalle doktorunun mektubunu verdik. Önündeki bilgisayarla acil servise giriş kaydımızı yaptı ve az ilerdeki bekleme odasına yönlendirdi.
Bekleme odası 30 kişiyi ancak alabilir ama 40 kişiyiz. Ayakta bekliyoruz. Sırası gelip de doktorun çağırdığı hasta olursa, boşalan sandalyeye oturmak veliahtın padişah tahtına kavuşması gibi bir halet-i ruhiye zuhur eyliyor, avunuyorsunuz.
Sandalyelerimiz doktorların bizleri çağıracağı kapıya yönelik dizilmiş. Kapının sol tarafındaki duvara büyükçe bir televizyon asmışlar. Haberlerde felaketleri izliyor, halimize şükrediyoruz.
DAKİKA BİR, GOL BİR
Birden bire giriş kapısı yönünden bağırışmalar geldi. Siyahi bir kimseye ait olduğunu düşündüğüm ses, her cümleye iki defa “fuck” küfürünü yerleştirme yetisini geliştirmiş, yedi mahalleye yayın yapıyor. Küfürler eşiliğinde bizim bekleme salonuna teşrif ettiler ki siyah değil genç adam beyaz çıktı. Vay benim öngörüme!
Öngörü bazen kör görü oluyor. Gözünün önündekini gördürmüyor.
Yarım saat geçmeden gelen dört polis eşiliğinde küfürbazı dışarı çıkardılar. Acil servise geldiğine göre muhtemelen tedavisi karakolda devam edecek.
Bu vesileyle temas edelim, sevdadan yoksun veya nikaha istinad eylemeyen izdivacın cebren icrası manasındaki “fuck” kelamı küfür olmakla birlikte, Amerika’nın istihbarat örgütü CIA aklamasına hizmetkar filmlerde de bolca kullanılarak zımnen meşrulaştırılmıştır.
Leonardo DiCaprio
Leonardo DiCaprio
Jack Nicholson
Jack Nicholson

 

Leonardo DiCaprio ve Jack Nicholson kadrolu 2006 yapımı The Departed (Türkiye’de Köstebek adıyla gösterilen) filmde 237 defa fuck kelimesi kullanılmış. Rekor sayılabilir. Akademi Ödülleri’nden dördünü de kapmış. Rezil meşruiyetin teyidi mühimdir.
Nitekim siyasi tarihte kamuoyu önünde bu kelamı ilk telafuz eden ABD başkanı Donald Trump olmuştur. 24 Haziran’da İsrail’le İran dalaşmasına dair “They don’t know what the fuck they’re doing” demişti. Özetle “beyinsizler” diyor ama tam meali şöyle olmalı; “yaradan akıl dağıtırken tenzilata kaçmış”.
ACİL SERVİSTE 24 SAAT
ACİL SERVİSTE 24 SAAT
Yurtta da Özal gibi özelleştirme şampiyonları, argoda da rekor sahibiydi. Liberalizm edepsizliktir. Yükselen değerler ‘değersizlik’ olup da devlet diliyle ifşa edilince acil serviste küfür bombardımanına tanıklık etmiş oluyoruz.
Biz acilen bekleme salonuna dönelim.İngiltere’deadımı henüz Sedat Sarıcı olarak doğru dürüst telafuz edene rastlayamadım. Genellikle Sidaaat Sarisi der geçerler. Yarım saatlik bir beklenti sonrası tertemiz bir telafuzla genç bir doktor Sedat Sarıcı diye seslenince zıpladım.
Doktor Türk çıktı. Çok da kibar ve bilgili biri. Müziksever ve ud öğreniyormuş. Milli Piyango.
Halimizi arz etmemiz üzerine yapılacak işlemleri ve ihtimalleri anlatarak muhtemelen önce bir dahiliyeci doktorun bize bakacağını söyledi. İlk müdahale salonunda (Assessment Area – Değerlendirme Bölümü) beklemeye alındık.
Bu bölümde sekiz minik oda var ama hepsi dolu olduğu için biz koridorda sandalyelerde otururken kan alıyorlar, tansiyon ölçüyorlar, serum bağlıyorlar filan. Benim de tansiyonumu ölçüp kan aldılar.
İKİNCİ VUKUAT
Bu arada genç bir erkek bağırarak annesini azarlamaya başladı. Bağırma öyle ki koridor sarsılıyor. İster istemez mesele nedir diye kaçamak da olsa insan bir bakıyor. Bizim gibi esmer biri, İslami başörtülü annesine “bırakın beni buradan gideyim” diye bas bas bağırıyor. Hastane yıkılacak.
Gariban annesi de tedavi olması gerektiğini iknaya çalışıyor. Derken bir hışımla ayağa kalkıp kaçmaya yeltendi. Birkaç güvenlik görevlisi anneye yardımcı olmak için anında müdahale ettiler. Çocuk kapıdan çıkamadan kapının önü kesilmiş oldu. Siyahi ve Asyalı güler yüzlü güvenlik görevlileri oldukça da deneyimli görünüyorlar.
Ortalıkta dolanan uzun boylu, sarışın, herkese yardımcı olmaya çalışan bir hemşire vardı. Kargaşaya aldırış etmeden, göze deli yumruğu yemeyi göze alarak hırçınlaşmış gence oldukça yaklaşıp sohbete başladı. Sorular sorup nedenini çözmeye çalıştı, çocuğu yatıştırdı.
Bu arada Değerlendirme Salonu’nda bekleyenler arasında bir de hapiseden gelme mahkum var. Sağında solunda birer polis oturuyor. Yirmili yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim çocuk Hz. İsa’nın temsili resimlerinde olduğu gibi oldukça temiz birine benziyor. Heavy Metalci izlenimi uyandıran uzun saçları var. Ve en küçük bir ses çıkarmadan başı önde sırasını bekliyor.
ÜÇÜNCÜ EĞLENCE
Derken akşam oldu. Hüzünlendim ben yine. Suzan boşu boşuna beni bekliyor. Eve dönmesi için yalvarıyorum ama nafile. İlle ‘bekleyeceğim’ diyor.
Derken yanımıza oldukça genç bir kız oturdu. Yeşil gözleriyle peri gibi bir şey. Yaşlı bir hemşire geldi. Elindeki tutanağa işlemek üzere kıza ad, soyad gibi birkaç soru sordu. Kız tersler gibi yüksek sesle cevap verdi. Hemşire “alçak sesle konuşalım, burada başkaları da var” diye uyarınca,kız “fuck the people” cevabını verdi.
Tecrübeli hemşire kararlı, olgun ve soru tonlamasıyla pardoooon?’diye seslenince, bizimkisi kısık sesle ‘yok bişiy’ anlamında bir şeyler mırıldandı.
Üç sandalyede yan yanayız. Ben ortadayım. Peri sağımda, Suzan solumda. Biz Suzan’la konuşmaya başlayınca kız soruyor, nerelisiniz? Ben ‘from Turkey’ patlatıyorum.
— Aaaa diyor kız. Siz Kemal’i tanıyor musunuz? diye soruyor.
— Ben Mustafa Kemal mi? diye soruyorum.
— Kız düşünüyor ve No diyor.
— Yaşar Kemal?
— No.
— Orhan Kemal
— No, no, no.
— Kemal Tahir?
— I ıh.
— Kemal Sunal?
— No.
— Kemal Kılıçdaroğlu?
— Who is that man?
Ben o zaman başka kapıya der gibi Suzan’la sohbete devam ediyorum. Kız üşenmiyor elindeki telefonla bir araştırma yapıp o Kemal’i buluyor ve biz kemale eriyoruz. Meğer 10 yıl önce yayınlanan yerli televizyon dizisi Kara Sevda’da Nihan ve Kemal adlarındaki çiftten söz ediyormuş ve bu kız onları çok seviyormuş.
Nihan ve Kemal
Nihan ve Kemal

 

Bu ilginin menşeini merak ettim. Ve sordum. “Türkçe biliyor musunuz?”. Yine ‘No’ dedi ve ekledi ‘I am from Armenia’. Nerdeyse ahbap çıkacaktık. Tanınmış Ermeni dostlarımızın ve ünlü müzisyenlerimizin adlarını sıraladım ama hiçbirini tanımadı.
Hemşire hanım tekrar geldi ve kıza serum bağladı. Başımın üstünde duran metal serum askısı kızın sandalyesine biraz uzak olduğundan kalktım oturduğum sandalyeyi kıza verdim. Kız ortada, biz kızın sağında solunda, anne baba misali bekliyoruz.
DÖRDÜNCÜ NUMUNE PERDEDE GÖRÜNDÜ
Sinemaya filan gitmeden, oturduğumuz yerde “Vay ulan, film gibi bütün tuhaflıklar da bizi buluyor”derken bağırış çağırış doruklarda ergen bir kızı hemen önümüzdeki minik odaya almaya çalıştılar.
Kız türküdeki köylü güzeli gibi ‘henüz girmiş onüç, ondört yaşına’ ama abartmıyorum, biri kadın üç polis ve zebellah boylu dört emniyet görevlisi zor baş edebiliyor. Eller arkadan kelepçeli ve ‘odaya girmem de girmem’ diyor, “çözün beni” diye avazı çıktığı kadar bağırıyor. Orada bekleyen en az 40 kişiyiz ve hepimiz sessizlik içinde olayın yatışmasını bekliyoruz.
Polis ve emniyet görevlileri halktan halkı korumak için ellerinden geleni yapıyorlar. Literatüre ve felsefeye ekliyoruz. Sonunda ergen kızı odaya alıyorlar. Beş on dakika sonra arkadaşları geliyor. Konuşuyorlar. Kız az buçuk yatışıyor. Kelepçeleri çözüyorlar. Derhal ayağa kalkıp koridorda volta atmaya başlıyor.
Derken gece oluyor. Doktor filan gelip beni görmüyor. Bilgisayar başındaki görevlilere soruyoruz, revire gönderilmek üzere yatak beklediklerini, ilk boşlukta bizi revire gönderceklerini ama benden daha kötü durumda dört, beş hastanın daha yatak beklediğini söylüyorlar.
Bu arada bizim çocuk Aralık’ta verecekleri konserler için Almanya’da provada. Hiçbir şeyi haber etmiyoruz ki işine gücüne baksın. Telefon uygulamasından hastaneden olduğumuzu fark ediyor ve endişeyle soruyor. Durumu özetliyoruz.
BEŞİNCİ VAKA KANLAR İÇİNDE
Bu defa koridora iki polis eşiliğinde elleri kelepçeli siyahi bir genç geliyor. Çocuğun üzerinde gri renkli takım eşofman var. Ve kan içinde. Öyle böyle değil. Kan kırmızı griyle eşit düzeyde yer kaplıyor.
Çocuk sessiz sedasız. Sanki bir RAP (Rhytym And Poem) şarkıcısı sahnede saldırıya uğramış gibi. İçimiz parçalanıyor. Sebebini soramıyoruz. ‘Confidential’ (mahrem). O çocuk da bizler gibi bir kenarda beklemeye alınıyor.
Geceyarısı oluyor. Eve dönmek için son otobüs vakti geldi çattı. Dört saattir yalvarıp da ikna edemediğim Suzan’ı eve dönmesine razı ediyorum. İkimizin birden helak olması aileye ne kazandıracak?
Ben biraz sakinleşmiş gibi görünen Assessment Area’da bir sandalyede uyumaya çalışıyorum.
ALTINCI SARSINTI
Anam vay, kıyamet kopuyor. Bizim Müslüman genç var ya, herkes uyumaya çalışırken aniden yerinden fırlayıp kapıdan kaçmaya yelteniyor. Güvenlik görevlileri güç bela yakalıyor. Ortalık yıkılıyor. Hadise müptelası dindaşım genci bir başka bölüme havale ediyorlar.
Geceyarısı saat 2 olmuş. Telefonumu kullanmamaya çalışıyorum. Pil bitti, bitecek. Sandalye üzerinde beklemeye devam derken saat 4 oluyor. Bir görevli “benimle gelin” diyor. Peşine takılıyorum.
‘Oh be sonunda yatak çıktı’ zannediyorum. Yan tarafta bir başka koridora alınıyorum. Bu defa sandalye değil de koltuk veriyorlar. Şahsımı hatırlı zatı muhterem sanıyorum. Yanımdaki koltuklarda az önceki yol geçen hanında bekleşen diğer yaşlı hastalar var.
Saat 4:30. Uyumaya çalışıyorum. Hop, tekrar kan alıyorlar. Saat 5:30 uykuya geçeceğim. Olmaz birader, tansiyon ölçmeye geliyorlar. Bu kadar yakın ilgiden sıkılmaya başlıyorum. Sabah saat 6 oluyor. Gözümü kapatıyorum.
Bir saat sonra gözümü açıyorum. Suzan sabahın köründe kalkıp hastaneye koşmuş, yanımda bekliyor.
24 saat içinde birkaç filme konu olacak senaryoyla tedavi edilmeyi bekledik.
Acil servise gelenlerin bazıları oldukça yaratıcı repliklerle sahnelerde gördüğümüz abartılı absürt canlandırmalara taş çıkartacak roller kesip; avamın teveccühüne mazhar olacak artistliklerle hayattan paylarını alarak, yatışmış vaziyette müşahade mecrasından ayrıldılar.
Akıl hastanesinde devam etmesi gereken uzun erimli tedavinin mühim bir merhalesi acil serviste tamamlanmış oldu.
Ud çalan Türk doktor ertesi günkü mesaisine başlamış. Bizim koridordan hızla geçerken bize takılıyor ‘ooo siz hala burada mısınız?’. Hala revire gönderilmediğimi, boşalacak yatak beklediğimi’ söylüyorum. İşlerinin çok güç olduğunu ve Allah’tan sabır dileklerimizi de ekliyorum.
“Bu daha bir şey mi? Neler gördük” cevabını alıyorum.
Derken revire gönderiliyorum. Görevliler gelip yine kan alıyorlar ve yine tansiyonum ölçülüyor. Stres testi olmam için gün beklemem gerektiği bildiriliyor. “Birazdan hastaneden çıkacaksınız”, diyorlar. Ama bir türlü raporumu yazıp göndermiyorlar.
Sıcak yemek yok. Üç öğün sadece soğuk sandviç var. Diyabetlilerde ekmek gibi yüksek karbonhidratlı yiyecekler yedikten sonra genizde yanma olur. Kalp bir taraftan, uykusuzluk ve şeker (diyabet) bir taraftan mecalim kalmıyor. Hastanede kalmak değil, kurtulmak istiyorum. Birkaç yeni ilaçla geceyarısı taburcu ediliyorum.
Hastane; adı üstünde hasta hane işte. Hasta ediyor. Hastaneden çıkınca iki haftada toparladım. Dostlar merakta kalmasın.
Sonuç olarak bütün hastane personeli, minnet kalacağımız raddede bir özveriyle ellerinden geleni yapıyorlar. Sorun devlette. HASTANE ve PERSONEL YETERSİZLİĞİ VAR.
Dünyanın en büyük ekonomilerinden Birleşik Krallık küresel sermayedarların saltanatını artırma amaçlı, devlet hastanelerin özelleştirilme rızasını oluşturmaya hizmetkarlık için, sağlığa (NHS) gerekli bütçeyi ayırmıyor.
Böylelikle (eğitim/ulaşım gibi) diğer kamusal alanlarda olduğu gibi “bu iş devlet (kamu-halk) eliyle değil de özel sektörde olsa çok daha iyi olacak” intibası yaratılacak.
Yaban elde 30 yılda,10,000 iş gününden fazla sigorta ödemiş, vergilerimi vermişim. Hastanede bir gecelik yatak bulmak mesele oldu.
Özetle vahşi kapitalizmin vahşetine seyirci kalınınca, dünyanın ekonomik, teknolojik, askeri rakipsiz süper gücü ABD’de dar gelirli kesim kendi yarasını kendi elleriyle dikiyor.
Seyirci kalmalarımız devam ederse, talanzade uşağı iktidarlar bizi hastanelerde ayakta uyutacak. Pek yakında evimizdeki yemek masasında böbrek nakli bizleri bekliyor olacak.
Son yıllarda 1 Mayıs’larda, parlamento binasının karşısındaki St Thomas’ Hospital önünde yürüyüşe başlayan sağlık emekçilerinin kortejine katılarak şehir merkezine yürürdüm. Nasıl da içten bir hararetle seslerini duyurmaya çalışırlardı.
Mankafayım ya, vehameti anlamam için tanıklık etmem gerekiyormuş.
___________________
* Müzisyen de olan yazarımızın diğer çalışmalarına https://sedatsarici.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Bu yazıya emoji ile tepki ver

😡
0
Kızgın
🤣
0
Hahaha
👍
9
Beğendim.
❤️
2
Muhteşem
😢
1
Üzgün
😮
2
İnanılmaz

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

En Son Haberler

The Ultimate Managed Hosting Platform