Ana SayfaKÖŞE YAZILARITeknokratik Sosyalizm ve Dijital Kapitalizmin Eleştirisi-1

Teknokratik Sosyalizm ve Dijital Kapitalizmin Eleştirisi-1

“Teknoloji Kimin İçin? Dijital Kapitalizme Karşı Yeni Sosyalist Vizyon

Okuyucuya Not:

“2025 yılında bir trilyon gigabaytlık bir dijital okyanusta yüzeceğiz. Bu şu demek; günde HD iki film izlesek, bu okyanusu tamamlamamız 342 milyon yıl sürerdi!”


Bu yazı dizisi “Teknokratik Sosyalizm ve Dijital Kapitalizmin Eleştirisi” başlığıyla üç bölüm halinde yayımlanacaktır. İlk bölümde dijital kapitalizmin güncel fotoğrafını ve emek teorisinin dönüşümünü ele alıyoruz. İkinci bölümde, teknokratik sosyalizmin tarihsel arka planı ve günümüzdeki imkânlarını tartışacağız. Son bölümde ise Marx’ın güncellenmiş eleştirisini merkeze alarak geleceğe yönelik senaryoları değerlendireceğiz.

Her bölüm, bir sonraki tartışmaya zemin hazırlayacak şekilde tasarlandı. Böylece dijital çağın sömürü mekanizmalarını, alternatif toplumsal örgütlenme yollarını ve olası gelecekleri adım adım birlikte inceleyeceğiz.

MÜNİR KARATAŞKapitalizm hâlâ hayatta; hatta hiç olmadığı kadar fit! Ama artık fabrika bacaları ve kömür madenlerinden değil, veri merkezlerinden ve algoritmalardan nefes alıyor. Finansallaşma, dijitalleşme ve küresel tekelleşme, onu yeni bir forma büründürdü: “dijital kapitalizm.”

Büyük teknoloji şirketleri, bir zamanlar sadece yazılım üreten dost canlısı girişimlerken, bugün küresel ekonominin görünmez ama her şeyi kontrol eden efendilerine dönüşmüş durumda. Amazon’un tedarik zinciri, Google’ın arama algoritması, Meta’nın haber akışı… hepsi, yalnızca ne satın aldığımızı değil, ne düşündüğümüzü de şekillendiriyor. Kişisel verilerimiz ise artık sadece “bizimle ilgili bilgi” değil, yeni bir sermaye biçimi — üstelik bizim rızamızla üretiliyor!

Bu dönüşümün bedeli de hafif değil:

  • Eşitsizlik: Dijital ekonominin kazananları, serveti avuçlarının içinde tutan bir avuç teknoloji milyarderiyken, kaybedenler esnek, güvencesiz, “gig ekonomisi”ne sıkışmış yeni nesil çalışanlar. Artık fabrika işçileri yerine algoritmaların belirlediği vardiyalarda çalışan, puanlarla değerlendirilen “bağımsız” emekçilerimiz var.
  • İklim Krizi: “Bulut” dediğimiz şey romantik bir metafor olsa da, gerçekte devasa enerji tüketen veri merkezlerinden oluşuyor. YouTube’da bir kedi videosu izlemek bile karbon ayak izimize katkı yapıyor. Üretim ve lojistik ağlarının hızlanmasıyla birlikte tüketim çılgınlığı gezegenin dengesini daha da bozuyor.
  • Siyasal Otoriterleşme: Dijital gözetim artık distopik bir fantezi değil; hepimizin cebinde taşıdığı bir gerçek. Çin’in sosyal kredi sisteminden NSA’nın gözetim programlarına, hatta en masum görünen reklam algoritmalarına kadar, dijital kapitalizm özgürlüklerimizi yavaş yavaş törpülüyor.

Bu makale tam da bu manzarayı sorgulamak için yazıldı. Marx’ın emek-sermaye analizini dijital çağın koşullarına uyarlayarak, bugünün görünmez “veri fabrikalarını” ve algoritmik sömürü düzenini inceleyecek. Ve belki de en önemlisi, çıkış yolunu tartışacak: Teknokratik sosyalizm, yani teknolojiyi bir baskı aracından ziyade, toplumsal refah için planlama ve adil kaynak dağıtımı aracı olarak kullanma fikri.

Kapitalizmin Güncel Fotoğrafı

Veri Kolonizasyonu: Yeni Dünyanın Dijital Petrolü

Veri artık sadece internet şirketlerinin yan ürün olarak topladığı ufak tefek bilgi kırıntıları değil; modern kapitalizmin en değerli hammaddesi. Shoshana Zuboff’un meşhur “Gözetim Kapitalizmi” kavramıyla işaret ettiği gibi, veri birikimi artık toplumsal düzenleri şekillendiren bir jeopolitik silah haline geldi.

Rakamlar durumu dramatik şekilde ortaya koyuyor: 2023 yılı itibarıyla her gün 328,77 milyon terabayt veri üretiyoruz — kabaca 80 milyon HD film kadar! 2025’te bu rakamın 181 zettabayta çıkması bekleniyor; yani bir trilyon gigabaytlık bir dijital okyanusta yüzeceğiz. Bunu daha somut ifade edecek olursak, bu hacim yaklaşık 250 milyar HD filmle eşdeğer—günde iki film izlesek, bu okyanusu tamamlamamız 342 milyon yıl sürerdi. Sosyal medya paylaşımlarımız, telefonumuzun GPS kayıtları, bileğimizdeki akıllı saatten gelen nabız verileri… Hayatımızın neredeyse her saniyesi devasa bir veri zincirine dönüşmüş durumda. Bu devasa bilgi okyanusu, hem büyüklüğüyle hem de kontrolsüz gözetim ve algoritmik tahakkümün potansiyeliyle ürkütücü bir tablo çiziyor.

Gözden Kaçmasın  Teknokratik Sosyalizm ve Dijital Kapitalizmin Eleştirisi-2

Bu muazzam veri akışı, küresel gücü elinde tutan birkaç oyuncuyu daha da güçlendiriyor. Amazon Web Services, Microsoft Azure ve Google Cloud, bu verilerin işlendiği “dijital toprakları” kontrol ediyor. Amazon’un bulut hizmetleri adeta bir kiralık arazi düzeni kurmuş durumda: verinizi saklamak için onların tarlasına kira ödüyorsunuz. Dahası, veriyi toplarken kullandıkları karanlık tasarım hileleri (dark patterns), kullanıcı sözleşmeleri derinlerinde saklı minik sürprizlerle, rızamızı biz fark etmeden cebe indiriyor.

Bu durum yalnızca ekonomik bir mesele değil; yeni bir dijital sömürgecilik biçimi. Veri üretiminin çoğu Küresel Güney’de gerçekleşiyor, fakat bu veriler işlenip ekonomik değere dönüştürülürken kazanan yine Küresel Kuzey şirketleri oluyor. Çin’in sosyal kredi sistemi, bu sömürgeciliğin total gözetim versiyonunu sergiliyor: Bireylerin sosyal medya paylaşımları, hatta arkadaşlarının davranışları bile puanlanıyor ve bu puan, kişinin krediye erişiminden tren bileti alabilmesine kadar hayatının her alanını belirliyor.

Cambridge Analytica skandalı ise bu verilerin siyasal manipülasyonda ne kadar güçlü bir silaha dönüşebileceğini hepimize gösterdi. ABD–Çin teknoloji rekabeti, veri egemenliğinin artık bir ticaret savaşı değil, tam anlamıyla bir jeopolitik cephe hattı olduğunu kanıtlıyor. Çip üretiminde TSMC ve Nvidia’nın stratejik konumu, Huawei’nin 5G altyapısındaki baskınlığı ve giderek büyüyen siber güvenlik savaşları, veri kolonizasyonunun yalnızca ekonomik değil, siyasi bir mesele haline geldiğinin göstergesi.

Ve en kritik nokta: Bu tekelleşme yalnızca mahremiyetimizi çiğnemiyor; algoritmalarla davranışlarımızı şekillendiriyor, toplumsal eğilimleri manipüle ediyor ve farkında bile olmadan dijital özgürlüklerimizi kemiren bir tahakküm düzeni kuruyor. Veri artık yalnızca bir meta değil, zihnimizin içine kadar sızan bir güç aracı.

Bilişsel Etkiler ve Dijital Kölelik

Dijital kapitalizm bizi sadece müşteriye değil, aynı zamanda veri üreticisine dönüştürüyor. Foucault’nun Panoptikon unu hatırlarsınız: Gözetlenip gözetlenmediğimizi bilmesek de, gözetlendiğimizi varsayarak davranışlarımızı kendimiz sansürleriz. İşte bu, sosyal medyanın ve dijital altyapının tam olarak yaptığı şey. Sessizlik bile veri haline geliyor.

Algoritmalar artık yalnızca ne izlediğimizi veya ne satın aldığımızı değil, ne düşüneceğimizi de şekillendirme kapasitesine sahip. Sosyal medya platformları bizi yankı odalarına hapsederek kutuplaşmayı körüklüyor, kolektif bilinci parçalıyor. Zuboff’un “davranışsal fazlalık” dediği kavram burada kritik: İnsan davranışlarının öngörülemez kısmı bile toplanıyor, analiz ediliyor ve geleceğimizi tahmin etmek için kullanılıyor. Başka bir deyişle, yalnızca geçmişimiz değil, geleceğimiz de metalaşmış durumda.

Bu süreç bizi yeni bir “dijital kölelik” biçimine mahkûm ediyor. Marx’ın yabancılaşma kavramı artık yalnızca üretim süreçlerini değil, zihinsel süreçlerimizi de kapsıyor. Sosyal medya bağımlılığı, dikkat ekonomisi, bildirimlerle bölünmüş zihinler… Hepimiz zamanımızı, dikkatimizi ve enerjimizi algoritmaların kasasına akıtacak şekilde tasarlanmış bir dijital düzenin parçasıyız.

Gözden Kaçmasın  Vazgeçilmez olan Erdoğan mı yoksa emperyalist çıkarlar mı?

Emek Teorisinin Dönüşümü

Marx’ın meşhur emek-değer teorisi, dijital çağda yeni bir forma bürünüyor. Değer artık yalnızca fabrikadaki üretim bandından çıkmıyor; veri akışları, kullanıcı etkileşimleri ve algoritmaların geleceğe dair yaptığı tahminlerden de elde ediliyor. Kapitalizmin yeni motoru, yalnızca çarkları döndürmekle kalmıyor, veri akışlarımızı, tıklamalarımızı ve çevrim içi varlığımızı da sömürüyor.

Bu yeni düzenin görünmez işçileri var. Örneğin, yapay zekâ modellerini eğitmek için saatlerce veri etiketleyen Amazon Mechanical Turk ya da Clickworker çalışanları… Düşük ücretlerle, küresel ölçekte dağılmış, görünmez bir “algoritmik proletarya”. Diğer tarafta, Uber sürücüleri, Yemeksepeti kuryeleri, Amazon Flex dağıtıcıları… Güvencesiz, sürekli esnek çalışma koşullarına mahkûm edilmiş platform emekçileri. Bir de hepimiz varız: sosyal medyada fotoğraf paylaşırken, Google’a soru sorarken, Netflix’te ne izleyeceğimize karar verirken farkında olmadan veri üreten kullanıcılar. Hepimiz gönüllü ya da gönülsüz biçimde dijital kapitalizmin hammadde tedarikçisiyiz.

Bu görünmez emek biçimleri, klasik fabrika üretiminden farklı olarak süreklilik arz ediyor. Fabrika sireni çaldığında paydos eden işçinin aksine, bizim mesaimiz hiç bitmiyor; uyurken bile akıllı saatimiz kalp atışlarımızı ölçüyor ve bir yerlerde veri tabanına düşüyor. Emek-değer teorisi artık yalnızca maddi üretimi değil, dijital etkileşimlerin yarattığı soyut değeri de açıklamak zorunda. Kapitalizm yalnızca mekânı değil, zamanı da metalaştırıyor; geleceği öngörüp satarak yeni bir “zamansal sömürü” biçimi yaratıyor.

Yeni Sınıfsal Yapılar

Bu dönüşüm, Marx’ın sınıf analizini de yeniden yazmamızı gerektiriyor. Artık sınıf tabakalaşması, üretim araçlarının mülkiyetinden çok, dijital altyapıya ve veriye kimin sahip olduğuyla şekilleniyor. En altta, gig ekonomisinin görünmez dijital emekçileri — yapay zekâ eğitiminde çalışan, veri etiketleyen, parça başı ücretle hayatını kazanmaya çalışan “dijital proletarya” var. Hemen yanında, aslında hepimizi kapsayan “veri proletaryası”: her tıklamamızla, her paylaşımımızla, farkında olmadan sermayeyi besleyen devasa bir kitle.

Zirvede ise “dijital burjuvazi” oturuyor: büyük teknoloji şirketlerinin CEO’ları, veri tekellerinin sahipleri ve yatırımcıları. Arada, influencer’lardan YouTuber’lara kadar dijital platformlarda kendi markasını kurmuş, görünürde özgür ama algoritmaların insafına bağlı “dijital küçük burjuvazi” var. Bu tablo sınıf mücadelesini silikleştirmiyor; aksine, veri mülkiyeti ve altyapıya erişim üzerinden yepyeni bir çatışma alanı yaratıyor.

Üstelik bu mücadelede artık yalnızca şirketler yok; devletler de oyunun içinde ve çoğu zaman bu şirketlerle simbiyotik bir ilişki kurmuş durumda. Microsoft ve Amazon’un Pentagon’la imzaladığı milyar dolarlık JEDI projesi, Elon Musk’ın Starlink’i üzerinden Ukrayna’da oynanan stratejik roller, Avrupa Birliği’nin Big Tech’e karşı çıkardığı Dijital Pazar ve Dijital Hizmetler yasaları… Hatta Rusya ve Çin’in kendi ulusal internet duvarlarını yükselterek yürüttükleri dijital milliyetçilik politikaları.

Tüm bu gelişmeler, devlet-sermaye ilişkisini adeta yeniden yazıyor. Ortaya çıkan yeni düzeni bazı düşünürler “dijital feodalizm” diye adlandırıyor: Bulut bilişim devleri altyapıyı kiraya veriyor, bizler de sürekli veri üreterek bu “dijital toprak beylerine” bağımlı hale geliyoruz. Toprak bu kez sanal, ama düzen tanıdık: Kira bitmiyor, vergi bitmiyor, sömürü hiç bitmiyor.

 

Bu yazıya emoji ile tepki ver

😡
0
Kızgın
🤣
0
Hahaha
👍
1
Beğendim.
❤️
0
Muhteşem
😢
0
Üzgün
😮
0
İnanılmaz

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

En Son Haberler

The Ultimate Managed Hosting Platform