Ana SayfaKÖŞE YAZILARI"Yeter ki aşk olsun!" ve “SUNİTA”

“Yeter ki aşk olsun!” ve “SUNİTA”

SEDAT YILDIRIM SARICI* – Dalgıçlar derinlerde fazla kalıp aniden su yüzüne çıktıklarında vurgun yerler. Tabip tabiriyle dekompresyon (vurgun yeme), felç hatta ölüme neden olabilir.

Toplumun damarlarına nükseden yüksek basınç birdenbire büyük bir travmayla değişime zorlanırsa bilinç kaybı ve zihinsel hasarlar kaçınılmazdır.

Beethoven, bestelemeye başladığı 3. senfonisinin adını ‘Bonaparte’ koymuş. Halkın özgürlüğünü temel alan 1789 Fransız devriminin imparatorluğa devrilmesi üzerine Napoleon Bonaparte’a duyulan hayranlık hayal kırıklığına dönüşmüş. Beethoven bestesine yazdığı ‘Bonaparte’ başlığını karalayıp değiştirmiş.

Handan Ünlü Haktanır, vurgun yemememiz için derinden sessizce seslenir. O sessizlikte ses biz oluruz. Hayatı karalamamak için yazdıkları kendisidir ama muhtemelen hepimizdir.

Cam kumdan yapılır. Ayna da camdan. Ayna kırılgandır. Kırk satırlık fermandır. Ağlatır, eyletir, söyletir. Handan Hanımın öykülerinden dökülenler, aynada kendisine baktıklarıdır. Dertli derviş gibi açılan, cam gibi kırılan, kum gibi dağılan biz olmayız ama itiraf mütehassısının öyküleri kendimizle yüzleşmemize davettir.

Her fırsatta ‘iddiasız’ olduğunu söyler durur ama okuduklarımız içimizde yankılanır. Kitabı okumayı bitirip kapattığımızda dava kapanmaz. Sorgulama devam eder. Kendimize gelip, değişme istemi kendiliğinden içimize doğar.

"Yeter ki aşk olsun!" ve “SUNİTA”

Menkıbeyi takipte akıbeti kestiremez, yarıda kesemezsiniz. Satır satır sürüklenirsiniz. Seyahat sona erdiğinde gemiden karaya çıkmak istemezsiniz. Zaten karanın rengi karadır. Denizse mavi. Kaptan öyle öyküler anlatmıştır ki benzerlerine rastlayamamak sizi ürkütür. Vebaline razı kaçak yolcu olmak istersiniz.

Benim gibi Alamancılar, yurtdışında uzunca süre yaşayıp da memlekete döndüklerinde hasret kalınan sadeliklere sarılırlar. Devran harabedir ama ayran kutsi görünür.

Zümre mensubiyetini temsilen şifre niyetine, ecnebiden devşirme kelamları, yaygın alet edevattan ve cümle zerzevattan duyduğunuzda kaçacak bir mahzen ararsınız.

Aslında aslınız (diliniz) elinizden alınmıştır. Yersiz ve yurtsuz hissedersiniz. Benim gibi iki pasaportunuz bile olsa pasaportta yazılı ülkeler ilkelerinizden, dilinizden ıraktadır.

Artık ana yurdunuz, anadilinizi katıksız paylaştığınız dostlar, yazarlar, şairler, film veya kitaplar olur.

Anneniz rahmete kavuşalı kırk bahar geçmiş olabilir. Başınızı yaslayacağınız anne dizi artık ana dilinizdir. Bizi bize anlatan kitaplara sığınırsınız.

Yeter ki Aşk Olsun!
Yeter ki Aşk Olsun!

Bu yıl yayımlanan Haktanır imzalı ‘Yeter ki Aşk Olsun!’ birbirinden güzel sekiz kısa öyküden oluşuyor. İlk öykü ‘Asla Çok Geç Değil – I ’ ve son öykü ‘Asla Çok Geç Değil – II emeklilik dönemlerini aşmış eski iki aşığın akşam yemeğinde buluşmasını anlatır.

Eski aşıklar mahşeri beklememeye, bir yangının külünü yeniden yakıp geçmeye niyetlenirler. Bu böyle yarım kalmaz. İkisinin de saçları ak, öyle durup bakışmazlar. Sohbete dalarlar.

Gecikmeden maziyi seyrüsefere çıkarlar. Kadın dümendedir. Erkekse acemi mürettabat. Seyir defteri kabarıktır. Mürettebat müfredatı hatimle meşguldür.

Her ikisi de vadesi nihayetlenmiş izdivaçlarla ömrün hararetli merhalelerini hadım etmişlerdir. Eşleri tarafından yatakta değil de ayakta yalnız bırakılmışlardır. Yalnız yürümüş, yalnız üşümüş, yalnız düş(ün)müşlerdir. ‘Mutlu evlilik’ palavrasıyla avunmuş, uyum umudunu zulada kurutmuşlardır.

Davul dengi dengine vurmuş lakin rengi rengine uymamıştır. Veba misali yarım asır heba olup gitmiştir.

Haktanır, dillimize dolanan ‘Gözden ırak olan gönülden de ırak olur’ deyimini tabuları alt üst edercesine tersine çevirir. Haklıdır Haktanır. Tersi doğrudur: “Gözden ırak olan gönülde mızrak olur”.

Sadece Şark kültüründe değil, Garp ve Kuzey Asya’da da benzer atasözlerine rastlarız. İngilizcede ‘Out of Sight, Out of Mind’ bizdeki atasözünün suretidir. Rusçada “Gözden Kaybolan, Kalpten de Silinir” gibi emsallerin asırlar öncesinde vurgulandığı yazılıdır. Ve hepsi de yanlıştır.

Öyle olsaydı ‘hasret’ diye bir kavram olmazdı. Zaten her kavramı da herkes kavrayamaz. Hasret sözcüğünün, felsefe ve edebiyat dilleri İngilizce, Fransızca, Almanca ve Rusçada tam karşılığı yoktur. Karacaoğlan, Yunus Emre, Fuzuli ve Aşık Veysel gibi ozanlarımızınsa esasıdır.

Kadın bestecilerimizden Semahat Özdenses’in bestelediği, güftesi Ahmet Cengizoğlu’na ait “akşam oldu hüzünlendim ben yine / hasret kaldım gözlerinin rengine” mısraları ya da Nazım Hikmet Ran’ın Davet şiirinin finali, ‘ve bir orman gibi kardeşcesine / bu hasret bizim’ gönülde mızrak olma durumlarıdır. İyi ki ırak, mızrak olarak yer değiştirmiş.

Kitabın ilk öyküsü ‘Asla Çok Geç Değil – I’deki akşam yemeği ve sonrası, erkeğin ballandırma ve palavralarıyla aktarılıyor. Son öykü ‘Asla Çok Geç Değil -II’de ise kadının gözünden işin aslı anlatılıyor.

Hem dünya edebiyatında, hem sinemada çoklu anlatım, yani aynı olayın farklı karakterlerin yorumuyla anlatımı pek nadirdir. Araya aşk, kıskançlık ve onur girdiğinde somut gerçek veya olgular solar, soldurulur. Bazen de allanır pullanır.

Konusu İstanbul’a yaslı Agatha Christie’nin ünlü romanı “Murder on the Orient Express” (1934) çoklu bakış açılarının kırılması açısından önem arzeder.

Handan Ünlü Haktanır’ın ikili anlatımında masada oturanlar birbirini tanıma çabasında değil israf edilen yılları hakkınca tanımlama sohbetindedirler.

Bu sohbet geçen yıl gösterime giren ‘My Favorite Cake’ adlı İran filmini de hatırlatıyor. Berlin ve Chicago uluslararası film festivalleri dahil birçok ödüle layık görülüp İran’da yasaklı olan filmde benzer bir buluşma hikayesine yer verilir. Emeklilik yaşları çoktan geçip birçok sağlık sorunuyla cebelleşen iki kişinin masa etrafındaki romantik akşam yemeği resmedilir.

Handan Hanımsa bir köşeden; “evrenin en güçlü enerjisinin sevgi olduğunu, aşka ömür biçilmediğini, en uzun aşkların yarım kalanlar olduğunu, ayrılığın binbir türü olduğunu, erkek yüreğinin ritmini bozan kadını en çok sevdiğini, insanın sadece kalbinin durduğunda ölmediğini, her çığlığın ağıt olmadığını, bazı evliliklerin sevgisizlikten kısırlık yaptığını, anlamsız bir melodiye ayrı tellerden eşlik edilen evliliklerin de olabileceğini, hepimizin sınırlarını kahrolası önyargılar ve geleneklerin belirlediğini” fısıldar bize.

Sonra açılır. “Ağzından çıkan her sözcük, yıllardır özenle koruduğum anılarımızın üzerine koyu koyu gölgeler düşürüyordu. Tüm safrasını kusmasını sessizce ve sabırla bekledim. İnsan özledikçe sessizleşirmiş derler ama sonunda ok yaydan çıktı ve benim içimdeki sitem çarkları da durduramadığım bir hızla dönmeye başladı.

Evet efendim. Doğruydu. Baskılara dayanamayıp terk etmiştim ama o da kılını bile kıpırdatmamıştı… KEŞKE, her şeyi akışa bırakmamış, benim için bir savaş vermeyi göze alabilmiş ve aşkın korkaklar için olmadığını anlayabilmiş olsaydı. KEŞKE, hiç kimsenin sözünü dinlemeden alıp başımızı gitmiş ve başka bir şehirde yaşamış olsaydık. KEŞKE, aşkımıza sahip çıkmış ve beni bir başka birine mahkum etmeseydi. Hem de sonradan kocam olacak olan Nezih’in peşimden ayrılmadığını bile bile! KEŞKE! KEŞKE! KEŞKE!

Cesaret sözcüğünden ilk harfi (s)atarsak geriye esaret kalır. Erzurumlu aşık Sümmani Baba (1862-1915) esareti tevekkülle savuşturmaya çalışır; “ervah-ı ezelden levh-i kalemden / bir günümüzü yüzbin zara yazmışlar / nedir bu sevdanın nihayetinde / yadlar gezer yarin vilayetinde / herkes diyarında muhabbetinde / bizmem bizi ne civara yazmışlar.”

Medeniyetleri beşerle eşleşen karıncaların yuvaları etrafında her sene papatyalar arz-ı endam eylemez. Bazen gelincik ve çiğdem de açar. Envai mahlukat farklı koku ve dokularla imtihan edilir. Yüce Rabb’in ebediyete tahammülüne sebebiyet çıkar.

Papatya, devir teslimini gelinciğe devrettiğinde devir değişir. Şimdiki aklımız gençlikte olmaz. Yaradan, peşinen yekpare yaratımdan sakınır. Akli melekeleri taksite bağlar. Peyderpey eklemelerde bulunur. Nasihatle değil musibetle erdeme eriştirir.

Karıncalar emsali vazife taksimatı ezelidir. Kimimiz eker biçer beşeri besleriz. Kimimiz yazar çizer ışık tutarız.

Mesele meseladır. Meselayı şairler, yazarlar yazar. Misalle mesele açılır. Mesel içimize işler. Kıssadan hissemizi alırız.

İKİ FİLM BİRDEN

TRT, 1968’de televizyon yayınına başlayınca sinemamız sarsılmaya başlamıştı. 1970’li yılların ortalarında “İki Film Birden” gösterilmeye başlandı. “Gelecek Film”in (fragman, teaser, trailer demek istemediğimden) tadımlık tanıtımında ortak ifadelere rastlardık.

“Her Şey Bu Filmde!”
“Aşk, hırs, para, ihtiras, ihanet, intikam, kan, ölüm, gözyaşı, silah, dehşet, kahpe felek, bitmeyen hesap, sevgiyle nefretin dansı” gibi çarpıcı kavramlar yaylı çalgıların yükselen vurguları eşliğinde cayırdayan otomobil lastikleri ve patlayan tabanca seslerine karışarak hoparlörleri zangırdatırdı.

Sunita
Sunita

Hamarat elli Haktanır’ın kaleminden bu yıl yayınlanan ikinci kitap SUNİTA’dır. Sunita’da da ‘Yeter Ki Aşk Olsun’da rastladığımız gibi ikili anlatım finalde bize el sallar. Öykü çok rahat film senaryosuna dönüştürülebilecek gizem ve gelişmelere haizdir.

Türk filmlerinde aradığınız her şey bu kitapta yoktur ama arayıp da bulamadığınız birçok mistik kavram birer birer aydınlığa kavuşur. Çeyrek asırdır sinema yönetmenlerimizin de yöneldiği insanlığın ortak kaygıları SUNİTA’nın da ana temasıdır. Yöre ve törenin tekerrürü yerine kürenin müşterekleriyle irtibatlar irdelenir.

Tasavvuf ve Hinduizm arasındaki bağlar bir aşk masalının içinde pamuksu dokunuşlarla halı gibi dokunur. İslamın beş şartı gibi Hinduizm’in ahlak, erdem, adalet, hukuk ve mesuliyet bilinciyle doğru davranışa yönlendiren ilkeleri barındırdığına şahit oluruz.

Sayfalar aralandığında;
“gerçek aşkın bedende değil ruhta olduğunu, bazı ruhların ezelden tanışıklığını, yaşamında kimlerin olacağını aklın değil yüreğin belirlediğini, aşkın sabırla beslendiğini, acısız aşkın ve ’adrese teslim aşk’ diye bir şeyin olamayacağını, sevginin en güzel merdiven olduğunu ve birinci basamağına ‘hayvan mertebesi’ dendiğini,

yol yanlışsa ya da nereye gittiğimizi bilmiyorsak, rehberimiz olacağını sandığımız duyguların işe yaramadığını, ağlamanın öğrenilemeyeceğini, erkek adam ağlamaz sözünün tam bir esnaf palavrası olduğunu, karşındaki adam bir eşekse, onun kulağına okuduğunuz Yasin’in işe yaramayacağını, kimilerinin ‘veba’ olarak nitelendirdiği yalnızlığın, anlamını çözmekte zorlandığımız bir keyif verip, sığınak oluşturabileceğini, en büyük özgürlüğün kişinin saplantılarından kurtulması olduğunu,

her yaranın hak ettiği kadar kanadığını, en büyük acıyı beklenti içinde olmanın verdiğini, acının ilacının unutuş olabileceğini,

belki de nasipten öte bir yol olmayacağını, nasibinde olan şeyin parmağını oynatmadan gelip seni bulacağını, olması gerekenin (bazen) kendiliğinden olduğunu, bazı hergelelerin doğuştan şanslı olduğunu,

ölümün ayrılıktan kavuşma haline geçme olabileceğini, mutasavvıfların her ölümü bir doğuş kabullendiklerini, erken ölümün kişiye bir an önce yeniden doğması ve ruhsal gelişimini tamamlayabilmesi için verilen bir fırsat olduğunu, ölümün Tanrı’yla bütünleşmenin tamamlanması anlamına geldiğini, Mevlana’dan hatırlatmayla hepimizin tene sarılmış yıldızlar olduğumuzu, tanrının içimizde olduğunu, (bütün bunlar zihnimizi kurcalarken, cennet memleketimizde cinnet geçiren) bir babanın iki çocuğu önünde karısını öldürüp sonra intihar ettiğini, iki çocuğun evsiz ve kimsesiz kaldıklarını” okuruz.

Beş asırlık Mostar Köprüsü
Beş asırlık Mostar Köprüsü

Akıntıya karşı kürek çekilip yorunulsa da Haktanır’ın iyilik çabası beyhude değildir. İyi bir toplum iyi düşünebilen, iyiliği düşünebilen bireylerden oluşur. İyiliği yazan iyi bir yazarı okumak okuru iyileştirir. İnsanı iyileştirmek insanlığı iyileştirmektir.

Bazı kitaplar zincirleme kenetlenerek köprüleri ayakta tutan taşlar gibidirler. Ve Mimar Sinan’ın talebesi Mimar Hayreddin tarafından 1566’da yapılan Mostar Köprüsü gibi köprüler medeniyetleri ve nesilleri birbirlerine bağlarlar.

Oltu taşı, sedef, yakut, mercan veya kehribar, hepsi güzeldir ama 32 taşla tesbih olmaz. İlle 33 olmalı. Tamamlanmak için Handan Ünlü Haktanır okumalı.

Müzisyen de olan yazarımızın diğer çalışmalarına https://sedatsarici.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Anahtar Sözcükler: Handan Ünlü Haktanır, Tasavvuf, Hinduizm, Mevlana, Beethoven, Napoleon.

Bu yazıya emoji ile tepki ver

😡
0
Kızgın
🤣
0
Hahaha
👍
1
Beğendim.
❤️
6
Muhteşem
😢
0
Üzgün
😮
0
İnanılmaz

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

En Son Haberler

The Ultimate Managed Hosting Platform