Ne kadar önemsiyoruz yarınlarımızı?

Yarının aydınlık Türkiye’sini oluşturmak adına bireysel çabalarımız var mı?


Cumhuriyetimizin 100.yılının (2023) çocuklarını hangi bilgilerle donatıyoruz? Eğitim sistemimiz onları global dünyanın acımasız rekabetine ne ölçüde hazırlıyor? Bunu bizi yönetenler dahil kaçımız düşünüyor?  23 Nisanlar çocuklarımızın Başbakan, Vali, Belediye Başkanlarının koltuğuna oturup kalkmalarıyla mı kutlanacak? 20li yaşlardaki büyümemiş çocuklar, çağdışı zihniyeti kürsüden dile getirirlerken kırmızı balonlar mı bırakacağız havaya? Bu manzaranın ileriki yıllara aktarımı sizi korkutmuyor mu, çocuklarınız için endişelenmiyor musunuz?


Kanal D’nin sponsorluğunda Okan Bayülgen’in ev sahipliğinde gerçekleştirilen Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı için bağış kampanyasını seyrettim 23 Nisan günü. 8 kardeşten biri olan o güzel kız çocuğunun şiirini dinledim? Kırmızı balonlar ancak burada havaya neşeyle bırakılmayı hak ediyordu, yine o balonlar tek tek sönüyordu kürsü de 20lik çocuğu dinlerken. Eğitim anlayışımız “çarpı” mi? Bizim o güzel değerlerimiz, arkasında durmamız gereken eğitim bilincimiz nerede?


Yokmuşuz gibi davranıyoruz iş vermeye gelince. Bayramları bir angarya olarak gördüğümüz sürece var olmayı başaramayacağız. Gönül işleri sıradan bir dilenciliği anımsatıyor bir takım çoğunluğa, çünkü kaderci bir toplum olarak kaderi değiştirecek gücümüzün olmadığına inanmışız bir kere. İşimize gelince varız oysa. Aşkta, parada, pulda, güneşli havalarda… varız. Varolduğumuzu sandığımız  bir kendimiz olma durumu bile yok ortada oysa. Böyle giderse olamayacak da…


Çocuklarımıza sıradan olmayan ama sade bir hayatın inceliklerini, duyarlılıklarını nasıl anlatacağız? Köşemizde bucağımızda yardıma ihtiyacı olan çocukları görmemezliğe gelerek daha ne kadar oyalanacağız?


Bir sürü salya sümük film, listebaşı kitaplar, CDler…. Arayıp arayıp bulamadığımız o eksiklik duygusu, yüreğimizdeki manevi boşluğu nasıl dolduracağımızı bilemeyişimiz olabilir mi? 


Küçük ve aptal sorgularda kaybolup bir suçlu arıyoruz çevremizde, sonra bulup rahatlıyoruz. Eğitim sistemi bozuk… 


Sonra… Takvim yapraklarında, vergi numaralarında, faturalarda, şarkı sözlerinde ismimizin güzel yankısı, ne mutlu ki ismimiz var.. ya başka…


Gayet yüzeysel gayet düzeyli!, gayet renkli sohbetmerimiz var. Erkekler, kadınlar, raiting savaşları, makyaj hileleri… Elbette bunlar sohbetlerimizin süsü ama eğer bunlarla körleşerek ertelemiyorsak önemli meseleleri, ruhumuzun eksiğini gediğini yamalamıyorsak aşkla meşkle… Tek kaçışımız aşk çünkü iç karartan haberleri dinledikçe. Oysa aşk bir kaçışsa günlük hayattan, aşk da gerçek anlamını bulmuyor o zaman.  


Sorunlar görmezden gelmeyi  haketmeyecek kadar  büyük.  Asıl sorun yaptıklarımız değil yapamadıklarımızın rahatsızlığı. Çocuk bayramlarını hadi hoba, neşe doluyor insan diye geçiştirerek mi uçuracağız  balonları?  Niçin oturup akıllı uslu bir bakış açısı geliştiremiyoruz eğitimle ilgili yahut niçin eğitim gönüllüsü bir vakfın yardımına koşmuyoruz böyle zamanlarda?


TEGV için hazırlanmış programda, her zaman görmeye alıştığımız bağış toplantısından farklı şeyler vardı. Oradaki insanlar önemli bir amaç için bir araya gelmişlerdi ve göstermek istedikleri şey kendileri değildi… diğer yandan  kürsü de ki 20lik delikanlı da çocuk değildi. Medyayı suçlayıp duruyoruz zaman zaman, ama allahaşkına medyayı dinlediğimiz ve takip ettiğimiz yerler nereleri? İşimize gelince yok, işimize gelince var mıyız yani?…. Pardon sizin isminiz neydi? Gerçi  bu noktada isminizin ne olduğu da  önemini yitiriyor ya…


Şu öğretilen toplum bilinci toplum bilinci diye bizi bizden uzaklaştıran formatları ezberlemeyi bir kenara bırakalım da, toplum bilinci ne demektir, bir toplumu oluşturan bireylerin kişisel duruşları nedir bir inceleyelim. Korkarım böyle giderse tek sığınağımız aşk da harcanacak küçük hesaplarla… Kalıplaşmış formatları bir tarafa bırakalım da, içtenlikle ve samimiyetle bir toplumu eğitebilmenin yolunun önce inançlarımızdan geçtiğini kavrayabilelim, bir kurumun önemini ve yaptığı hizmetleri takdirle karşılamayı bilelim artık.


Herkes ‘eğitim için ne yapabiliriz‘ sorusunu kendi üzerine alınsın bir zahmet… İmzamızı biraz da inançlarımızın izinde yüreğimizin altına  atalım.  Yoksa bu gidişle aya çıkarız ama orada da sahte balonlarla oynar, yüzümüzü boyarız… Birilerini korkutup, birilerinden kaçarız…


E-mail: [email protected]


 


SİBEL BENGÜ’NÜN DİĞER YAZILARI


– Çok sevgili sevgililer günü için…
– Açık reçete…
– Çocuk
– Sen de kimsin?
– Kar yağarken pencerenden…
– Bayramları nasıl bilirdiniz?
– Ne kadar buradasın?
– Bu hayat nasıl geçer?
– Aşık kimdir?
– Aşk ne değildir?
– Aşk nedir?
– Herşeyin bir şeyi vardır…
– İyi insan kimdir?
– Kaygı çok kaygan bir kelimedir…
– Bumerang aşklar…
– İstanbul’da yine yağmur var…
– Kelimeler, kelimeler, kelimeler…
– Bir şairin bildiği sevgi/ Attila İlhan için…
– Nedir, niyedir? Neyse…
– İnsan bazen kendini bırakıp delice gitmek istiyor…
– 3 kadın 1 kritik…
– Hayatın şablonu mu var?
– Haydi dostlar buyrun kahveye…
– Muhakkak…
Aşk’a herşey dahil…
Bir İstanbul hatırası
Kadın dediğin
– ‘Adam gibi adam’ dedikleri…
– Mantığım intihar, ruhum serseri… 
– Hiç-bir-şey anlamıyorum… 
– Hayal adalar… 
– Kırmızı başlıklı kızın nesi var?  
– İstanbul’a bir günlük firar… 
-Bırak deli desinler… 
-‘Sen benim rüzgar gülümsün…’ 
-Pardon tanışıyor muyuz? 
-İstanbul 
-Kıymık… 
-Siz mağrur musunuz?

689570cookie-checkNe kadar önemsiyoruz yarınlarımızı?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.