O bir ‘peynir avcısı’

“Bizim Suzi”, Dünyanın bir çok ülkesini gezip görmüş  bir gezgin. Turizm, gastronomi,  tekstil ve deri sektörüyle ilgili önemli çalışmalar yapmış, kitaplar yazmış.


Kitapları bir çok dile çevrilen Swan, geçtiğimiz yıl yayımlanan ve büyük ilgi gören Türkiye’nin Peynir Hazineleri kitabıyla,  Anadolu’da unutulmaya yüz tutmuş yüzlerce  özgün peynir türünü  yeniden hatırlamamızı sağladı.. Başta Leather Trades Journalist olmak üzere değişik dergilere yazı ve haberler  üretmiş.  


Şu sıralar Gaziantep Ticaret Odası’nın AB sürecinde hazırladığı  kültürel miras  projesinde uzman olarak görev alıyor.  Susanne Swan’la Kaş ve bölgede  yaşanan sosyo-ekonomik  değişim, yemek kültürü ve toprak satışı  üzerine söyleştik. Kıyıların beton işgaliyle boğuştuğu, koyların  peynire hücum eden farelerin iştahıyla adeta  ‘kemirildiği’  bir dönemde, iyi  bir peynir avcısı olan ve  artık ‘Kaşlı’  sayılan Suzanne Swan’ın söyledikleri çarpıcıydı. 


Konuşma yabancılara toprak  satışı konusuna geldiğinde,  büyük miktarlarda toprak satışından rahatsızlık duyduğunu ve  Türk hükümetinin neden böyle bir şey yaptığını aklının almadığını dile getirerek bizi şaşırtıyordu…


‘Bizim Suzi’ ile Açık Gazete Kaş Temsilcisi Yusuf Yavuz sohbet etti.


– Kaş’ı nasıl keşfettiniz?
– 1990 yılından beri buradayım. Dünyanın bir çok yerinde; Bahreyn, Filipinler gibi ülkelerde yaşadım. Türkiye’ye ilk defa geldiğimizde, inşallah hiç unutmayacağım; şaşırdım. Ne kadar harika bir yer, neden daha önce gelmedim diye üzüldüm. Ama Türk insanı, yemekler çok harika. Antakya’dan İzmir’e kadar bir yolculuk yapmıştım, buradan da geçtim. İnsan buraya ilk defa geldiğinde  burası cennet gibi görünüyor.  İlk geldiğimizde yabancılarımız yoktu. O dönem gelen yabancılar ev, arsa almak isterlerse, çoğu yerin tapusu yoktu. Yalnız ilçe merkezinden alabiliyorlardı. Yarımada, Çerçiler ve Gökseki’de yasaktı. Tabii, sonraları birkaç yabancı geldi, evler yaptılar. Ama bu yasalara uygun bir şeydi. Ama çok azdı bu örnekler. Merkeze bir yabancı geldiğinde herkes onu tanıyordu.


– Peki yemek kültürüne olan ilginiz nereden kaynaklanıyor. Önceleri var mıydı bu ilgi yoksa buraya geldikten sonra mı ortaya çıktı?
– Valla yemekler çok önemli. Şöyle düşünüyorum; ‘insanlar iyi değil, yemekler  de  iyi değil’ O  zaman o yere gitmiyorsunuz. Ama  yemek kültürü her yerde önemli. Ben Kanadalıyım;  biraz Fransız kültürü, yemekleri ve  şarapları var orada.  İngiltere’ye  ilk kez gittiğimde  II. Dünya Savaşı sonrasıydı;  o kadar iyi değildi yemek kültürü. Ama sonraları  gurme lokantaları açılmaya balşadı. Kanada mutfağında pek çok çeşit yok. Onun için İngiltere’ye gittiğimde, yemek kültürüyle ilgilenmeye başladım. Yemek pişirmeyi öğrendim kendi kendime;  kitaplar, mutfak gereçleri aldım.. Evlendikten sonra bütün bir hayat boyunca yemekler çok önemli oldu. 


– Kaş’a ilk geldiğiniz yıllarda buradaki yemekleri nasıl buldunuz?
– İlk geldiğimde çilek bulunmuyordu kış aylarında. Brokoli’yi pek bilmiyorlardı ama artık her şey var. Yemekler pek değişmedi, hala aynı lokantalarımız var. Bir kaçı değişti ama.


– Yemekler pek değişmedi diyorsunuz. Peki insanlarda, sosyal yaşamda  bir değişim gözlüyor musunuz?
– İlk geldiğimizde  fazla yabancılarımız yoktu. O dönem gelen yabancılar ev, arsa almak isterlerse, çoğu yerin tapusu yoktu. Yalnız ilçe merkezinden alabiliyorlardı. Yarımada, Çerçiler ve Gökseki’de yasaktı. Tabii  sonraları birkaç yabancı geldi,  evler yaptılar  ama bu yasalara uygun bir gelişmeydi. Ama çok azdı. Merkeze bir yabancı geldiğinde herkes onu tanıyordu.


– O yıllarda yabancılara karşı  daha çok dostluk ilişkisi hakimken, şimdilerde bir müşteri gibi mi algılanıyorlar? Yani onlara bir şey satabilmenin yolunu mu arıyorlar?
– Evet, kesinlikle yeni gelenler için böyle. Benim arkadaşlarımdan dört- beş tanesi ev, arsa aldılar. Artık ‘evimiz, arsamız var. Çok harika manzaramız var, beş altı ay burada kalıyoruz diyorlar.’  Ama sürekli kalan kişi çok az.


– Peki çoğunluğu yatırım amaçlı mı alıyor yerleri?
– Böyle olanlar çok var. Yaklaşık yüzde yetmiş böyle sanıyorum. Yüzde yirmi beşi sürekli yaşıyor, ayrıca emekli olanlar var. Çoğunluğu çalışmıyor.


– Bu kadar çok  inşaat olması sizi rahatsı ediyor mu?
-Rahatsız olmuyorum. Ama eskiden buraları boş gördünüz, yeşillik gördünüz;  üzülüyorsunuz.  Mesela eskiden İstanbul’dan dönerken otobüste Yarımadayı izliyorduk,  çok güzeldi. Sadece birkaç ev vardı. Artık her yer villa. O kadar da estetik değiller. Ama ben eski insan olarak konuşuyorum, gençlere bu güzel gelebilir.


– Buraya yerleşen yabancıların çoğunluğu ev satın almışlar ama siz hala kirada oturduğunuzu söylüyorsunuz. Neden bir ev almadınız kendinize?
-Çok önceleri böyle bir karar aldım. Böyle bir şey, ev almak  istemedim.


– Bir çok insan buraya geldiklerinde bu güzelliğe sahip olmak istiyor. Kimisi de bu güzelliği paylaşarak, sadece yaşamak istiyor. Sizin yaptığınız gibi…
– Ama yabancılar Türkçe konuşmuyorlar. Onlar  manzara için, güzel bir yer için, para için geldiler ama Türkiye’yi çok seviyorlar. Çok rahat burası. Tabii bir çoğu fırsat için geldiler ama, şimdi Türkiye’de pahalı. Avrupa’nın en pahalı benzinini kullanıyoruz, enerji pahalı, otomobil vergisi artıyor. Bazıları önceden konut almışlar ama şimdi biraz pahalı. Bildiğiniz gibi yasalar değişti şimdi.  Şehir merkezinden alamıyorlar. Bence çok  yanlış bir şey yaptılar bu toprak satışını düzenleyen yasayı çıkarmakla.


– Neden  yanlış sizce bu karar?
– Ama bildiğiniz gibi Türkler,  çok ülkücüler. Ama bu yasa çıktıktan sonra bütün Türkiye almak için açık oldu.  Dernekler, vakıflar araziler aldı bildiğiniz gibi.


– Nasıl vakıflar yani?
– Doğu Türkiye’de demek istiyorum. Kanun neden değişti ki? Onun için emlak satışı  patladı. Bence çok yanlış bir şey yaptılar.


– Doğu Türkiye dediniz. Bunu açabilir misiniz biraz. Orada hangi vakıflar arazi aldılar, İsrail vakıflarından mı söz ediyorsunuz?
– Evet. Ama bu çok yanlış bir şey. Mesela bu yasayı çıkardılar, bir arkadaşım bana sordu; “Neden”  dedi, “ Türkiye’de yabancılara bir hediye veriyorlar?”  Tabii şimdi biraz akıllandılar.


– Ama siz yasanın önceki  döneminde GAP bölgesinde büyük  satışların olduğunu mu  söylüyorsunuz?
-Artık satıldı. Çok geç.


– Siz satılmasına karşı mısınız, bunu eleştiriyor musunuz?
– Ben kabul etmiyorum böyle bir şeyi. Burası da aynı; 200, 300, 500 hektar aldılar.


– Peki  size göre bu satışlardan sonra  ne olur. Neden karşı çıkıyorsunuz satılmasına?
-Ama, ev yapmak, oturmak istiyorsunuz, Türkiye’yi seviyorsunuz; tamam… Neden olmasın? Ama bir milyon hektar alamazsınız. Bizim ülkemizde olmaz böyle bir şey! Türkler neden böyle bir şey yaptılar kesinlikle ben de bilmiyorum. Bu ileriye dönük tarıma zarar veren bir yasa. Burada olmak, burada yaşamak, bahçe almak normal. Fakat  bütün bir ülkeyi almanız gerekmez.


Sizin gözlemlediğiniz kadarıyla  GAP   bölgesinde sıkıntılar yaşandı mı? Yani İsrail vakıf ve  lobilerine, ‘şu kadar yer satıldı’ gibi?  Bu size göre sakıncalı bir şey mi?


– Hayır! Ben kabul etmiyorum böyle bir şeyi. Türkiye, Türkiye’nin! Türkiye 1923’de kuruldu biliyorsunuz. O zaman çok uğraşıldı, durum çok zordu. Çok kavga edildi, savaş yapıldı bu toprak için.  Sonra,  Türkiye  bütünlüğünü korudu. Ama büyük parça toprak  satmak gerekmez!


– Peki bu vakıflar, dernekler neden büyük araziler alıyorlar size göre?
– Fırsat bulursa o zaman tabii geliyorlar. Kaş’ta olduğu  gibi. Bu normal, doğal. İnsanın doğası gibi.


– Sizin ülkeniz Kanada’da yabancılara toprağını satıyor mu?
– Olmaz!


– Neden olmaz?
– Kanunumuz böyle, çok eskiden beri böyle.


– Ya İngiltere?
– Olmaz! Biliyorsunuz, Türkler arsayı çok seviyor, böyle halı gibi küçük yerleri.  Ama tapusu yok. İngiltere’de  1066’dan bu yana tapuları var  arazilerin. Çok eski. Onların hakkı bu. Biz Kanada’da büyük parça yerler satmıyoruz.


– Geçtiğimiz günlerde Türk hükümetinin bakanlarından biri “Paranız varsa Londra’nın yarısını satın alabilirsiniz” dedi. Bu sizce mümkün mü?
– Paranız varsa, ev alabilirsiniz.


– Ya toprak?
– Toprak yok! Tabii bahçe bulabilirseniz Londra’da, çok şanslısınız. Ama Green Park’ı filan alamazsınız! Bu devlet için lazım, onu satamaz!


– Biz oradan beş metrekare bir toprak alamaz mıyız yani?
– Olmaz. Ama ev alabilirsiniz. Ev, arsa aynı zaten;  bizde kalacak. Hiç kimse bizden alamaz. Bu satış konusunu daha fazla konuşmak istemiyorum. Türkiye’de de hiç kimseye toprak  satmak gerekmez. Türkiye’de Türkler için bir kültürünüz var. Kesinlikle Türk olsaydınız hiç kimse sizden alamazdı. Türklerin  kimliklerini kaybetmekten  korkmaları gerekmiyor.  Türkler,  her zaman böyle  kalacaklar bana göre. Avrupa’daki Türkler de “biz kimliğimizi kaybediyoruz” diyorlar.  Ben biliyorum ki Türkler,   kimliğini koruduktan sonra Avrupalılardan, yabancılardan korkmaları gerekmez. 


FOTOĞRAF: Suzanne Swan (Hürrriyet Arşivi’nden…)


DİĞER AYAKÜSTÜ SOHBETLER:


– ‘Çernobil’den ders çıkarmadık’
– Bir kültür taşıyıcısı: Aydın Çukurova…
– Afşar Timuçin ile insana dair ne varsa…
– 12 Eylül iddianamesine ne oldu?
– Akın Birdal: Evren yargılanmalı!
– Hitler ile söyleşi…
– ‘Baş örtüsünü ilk kez Sumerliler taktı’
– ‘Türk solu titreyip kendine gelmeli’ 
– ‘Hepten pusulasız olmadığımız kanaatindeyim…’
– ‘Siyasi güç, her zaman kendi hukukunu yaratır’
– ABD işdünyasında çöküş
– ‘ABD Anayasası Patara’dan’
– Çocuklar öldürülmesin!
‘- ‘Bir Gün Mutlaka’
– ‘Derin devlet sorunları çözmek istemiyor’
– Kaş’taki gözyaşı
– ‘Son 15 yılda bilinçte sıçradık’
– Piref. H. Ökkeş ile ‘dörtköşe’ sohbet…
– Sorgun Ormanı’nı kurtaralım
– Devrim Bize Yakışırdı!
– G-8 protestosundan gözlemler…
-Başkaların hayalleri…
– Hurafeler gölgesinde Gelibolu…
Çokuluslu tekellere karşı ‘Adil Ticaret’
– Kuzey çikolata, Güney ekmek derdinde
– Fokları, katliamdan kurtaralım!
– Nükleer denemelerin faturası: Doğal felaketler
-Türkiye’de de nükleer silah istemiyoruz!
 – Çocuk işçiler
– İsrail dünyanın 6’ncı büyük nükleer silahına sahip!
– Faşizm neden Almanya’da kök saldı? 
– Demirel davasında tekelci medya da suçludur

730050cookie-checkO bir ‘peynir avcısı’

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.