Pazar sabahın körü, telefon acı acı çalıyor. “Memleketten kara bir haber mi?” diye yüreğim ağzıma geliyor. Karşıdaki Hint aksanlı İngilizcesiyle, “Mr Eskioğlu bugün nasılsınız? Kayıtlarımıza göre son 3 yılda trafik kazası yapmışsınız” diyor. “Yalan söylüyorsun. Git kendine daha onurlu, dürüst bir iş bul” diyerek tersliyorum. Karşıdaki ya telefonu yüzünüze kapatıyor ya da kazayı hatırlatma derdine düşüyor.
Bugünlerdeki “alo”lara bir de finans kurumların kestiği PPI’ların iadesi eklendi. Hay PiPiAy’ını…
***
Pazarlama ekonominin bir kolu. Okullarda pazarlama tekniğinde tüketiciyi taciz etmek ya da dolandırmak okutulmuyor. Satılabilen her ürün etik ve yasalara uygun olarak pazarlanabilir. Benim dert yandıklarımdan biri de din pazarlamacıları. Kapı güm güm çalıyor. “Hayırdır inşallah” deyip açıyorsunuz. Temiz giyimli fakat içi geçmiş iki tip sırıtarak kendilerini “Yahova Şahidi” diye tanıtıyor.
Bu meczuplar ya dergi satıyor ya da (şaka değil) bütün dertlerimden kurtarmayı garanti ettikleri toplantılarına davet ediyorlar. Size öyle yapışıyorlar ki “ocakta yemek var”, “çocuk aşağıda ağlıyor” gibi bahaneler sökmüyor. Sakın “No English” deyip, başınızdan savmaya kalkmayın, ertesi günü Türkçe bilen birisiyle kapınızda bitiyorlar. “Ben Ateistim. İlgimi çekmiyor” derseniz de size kapı eşiğinde Yahova’nın varlığını ispat etmeye kalkıyorlar ki evlere şenlik.
Neyse bu gruptan kurtulma formülünü deneme yanılma yöntemiyle buldum. Kapı sürpriz bir şekilde çalıyorsa hemen kaşlarınızı çatıp, yüzünüzü olabildiğince buruşturup, omuzlarınızı da yukarı çekerek dövüş pozisyonu alıp kapıyı açın. Karşıdakiler sürpriz olmayan bu zevat ise, elinizi bağrınıza götürüp “Elhamdülillah Müslümanım! Müslümanları da sakın ayartmaya kalkmayın ha!” diye haykırın. Olay bitiyor. Ekip değişinceye kadar uzun süre sizi rahatsız etmeyeceklerini garanti ederim.
***
Yukarıda anlattıklarım etik olmayan üsulsüz ve tacizci pazarlama yöntemleri. Türkiye’deki örnekleri ise can yakan cinsten, resmen sahtekarlık, dolandırıcılık… En sosyalist tv kanallarından en paspayelerine dakikalarca dönen reklamlarda sahte bal ya da peygamber macunu satışları yıllardır sürüyor. Hatta tv’de çok basit bir soru sorup, “Bilene şu cep telefonunu dörtte bir fiyatına veriyoruz” diyen bile var.
Geçen yıl bu tv reklamlarından birine kanan annem ağrı kesici diye ısmarladığı bir karışıma ciddi bir para ödemiş. “Sahte olsa, kanal yayınlamaz” diye savunsa da Allahtan ağrılarına ağrı eklenmedi.
Anacazım geçen gün de telefon faturasının 3 katına çıkmasından şikayet etti. Araştırdık. Türk Telekom, aboneliğin iki ay önce sonlandırıldığını söyledi. Annemize sorduk, bir anlam veremedi. Türk Telekom’a “Yahu nasıl olur? Bizim böyle bir talebimiz olmadı. Üstelik telefon numarası aynı ve çalışıyor” dedik. Sonunda işin içinden Çapanoğlu çıktı.
İki ay önce “Doping” adlı bir şirketten bir pazarlamacı annemi arıyor ve telefon faturasını düşüreceğini iddia edip ev adresi isteyip görüşme talep ediyor. 28 yıldır parkinson hastalığıyla mücadele eden, artık yürüyemeyen, rahat da konuşamayan, üstelik günde aldığı 22 ilaçtan dolayı da unutkanlık sorunu yaşayan annem de “Buyur gel” diyor. Yarım saat sonra bıçkın eve damlıyor. Annemin o halini görmesine karşın nüfus kimliğinin kopyasını alıp, bir dolu belge imzalatıyor. Üstelik imzalattıklarının kopyasını da vermiyor. Bizim saf bakıcı kadın da olup biteni uzaktan izliyor. Uyanık, abone numarasını yazdığı ve kendi adını belirtmediği Millenikom Telekomünikasyon Hizmetleri AŞ yazılı bir kağıt parçasını bırakıp tüyüyor. O kağıttaki 0850’li telefona ulaşmak ise ölüm.
Şimdi kardeşim ve ben annemizi o halde dolandıran, bilmediğimiz belgeleri imzalatan insafsıza ve çalıştığı şirkete karşı yasal girişim için bütün işimizi gücümüzü bıraktık…