Prof. Dr. Mahmut Sayını Anarken

Örnek Bilim İnsanı Prof. Dr. Mahmut Sayını Anarken


bir anlamı vardır. Öğrencisi olmaktan büyük gurur duyduğum ve bugünkü olaylara bakış açımın oluşmasında çok önemli rolü olan birkaç insandan birisi Sayın Prof. Dr. Mahmut Sayın Hocamın Üniversitemiz kampüsü içinde geçirdiği elim bir trafik kazasında yitirdiğimiz günün yıl dönümüdür. O sıralar İngiltere’ye daha yeni doktora çalışması için gitmiştim. Bu nedenle o acı anı göremedim ve ölüm haberini ise ne yazık ki yine geçenlerde kaybettiğimiz Doç. Dr. Yeter (Dede) Canıhoş kardeşimden almıştım.


Asistanlık yıllarımda geç vakitlere kadar kendisiyle bölümde çalışırdık. Hoca o zamanlar galiba Toprak Mineralojisi kitabını yazıyordu. Mesai sonrası eve uğradıktan sonra tekrar bölüme gelip odasında çalışırdı. Bazen ara verdiğinde gelir bir kahve yap sana Amerika’daki öğrencilik yıllarımın anılarını anlatayım; belki lazım olur derdi. İngiltere’ye gitmeden bir hafta önce yine bir akşam saat 21:00 civarında hadi bir kahve yap sana son söyleyeceklerimi anlatayım diyerek bana karşılaşacağım olası sorunlardan bahsetti, sosyal olmayı yani kültürel alt yapımı güçlendirmemi ve bir elçi gibi ülkemizi, üniversitemizi ve kendimi temsil etmemi önermişti.


Mahmut Beyi bölümdeki bir çok genç araştırma görevlisi bilmediği için örnek bir bilim adamı olarak bildiğim kadarı ile biraz tanıtayım istiyorum. Toprak Mineralojisi konusunda dünyaca ünlü Amerikalı Jackson’ın yanında Yüksek Lisans ve Doktora yapmış, bazı metotları geliştirmiş ve konusunda çok sayıda bilimsel makale üretmişti. Doktora sonrası Almanya’da iki yıl süre ile araştırmalarda bulunmuş ve daha sonra da TÜBİTAK adına bölümümüze Doktor asistan olarak gelmişti. Konusunda yetişmiş, uluslararası alanda bilinen bir bilim adamı idi. O zaman şimdiki gibi yayın eşittir her şey olmadığı için kimse yayın peşinde koşmazdı, fakat Mahmut Bey araştırma sonuçlarının büyük çoğunluğunu yurtdışı dergilerde yayınlatır ve kongrelere katılırdı. Kantitatif kil analizleri metodunu literatüre kazandıran ilk bilim adamı olarak bilinirdi. Eminim ki şimdi yaşasaydı hem dünyada çok iyi tanınan biri olacaktı hem de üniversitemiz için büyük bir kazanım olurdu.
Her şeyden önce gerçekten soyadı gibi SAYIN’dı. Sıradan biri değil, sıra dışıydı. Kendisini tamamen bilime motive etmişti. Bilim adamının bilim adamı gibi davranması gerektiğini söylerdi. Batı felsefe tarihi ve üniversitelilik bilincini iyi özümlemiş, tam bir bilim adamı ve geniş bir zihinsel alanında büyük bir düşünürdü.  


Bilimsel olarak öngörülüydü. GAP bölgesinde yürüttüğümüz toprak etüt çalışmalarında edindiği bilimsel bilgilerin ışığında gelecekte o bölgede sulamadan kaynaklanabilecek olası sorunların başında gelecek olan tuzlulaşma ve alkalileşme konusunda Bilim Teknik dergisindeki “GAP’ın öteki yüzü” adlı yazısı bir çok yetkili yetkisiz kişinin olaya bakış açısını değiştirmişti. Bilimsel metotlara önem verirdi. Bölgemize has metot geliştirmeye çalışırdı. Sürekli bilim politikası ve stratejisinden bahsederdi. Konusunu iyi bilmeyenin bilimde ilerlemesi mümkün görünmüyor derdi. Albert EINSTEIN’nın “bilimsel buluş ancak hazır beyinlere güler” sözünü ilk defa kendisinden duymuştum. Öğretim üyelerinin çoğunluğunun bu anlamda bilimsel donanıma hazır olmadığını sık sık vurgulardı. Ve bu konudaki eleştirilerini açık açık söylerdi.


İyi bir çevre bilimcisiydi. Son yıllardaki çalışmalarını Çukurova Bölgesinde yıllardır kullanılan binlerce ton pestisit kalıntısının topraktan temizlenmesi üzerine yoğunlaştırmıştı. Biyoloji, kimya, fizikokimya ve matematik bilgisi gerektiren böylesi zor ve önemli bir konuda çalışıyor ve lisansüstü tezler yönetiyordu.


İyi bir hoca idi. Zeki idi, çözümleme ve analiz yeteneği çok yüksekti, Ne öğretmesi gerektiğini iyi bilirdi. Bilimsel olarak kendi konusu olan mineralojiyi iyi kavramıştı. Konunun temelini oluşturan kimya bilimini, mekanizmalarını nedenleri ile algılamıştı. İyi matematik ve fizik biliyordu. İyi bir fizikokimyacı idi. Her konuyu yaşamla bütünleştirerek bol örneklerle işlerdi. Yumurtanın renginin neden sarı olduğu, buz pateninin mekanizmasını, arı peteklerinin neden altıgen olduğunu, dibi tutan kazanın nasıl temizleneceği gibi özel bilgileri; kendisinden mineraloji dersinde öğrenmiştim. Pi (д) sayısının nereden geldiğini Cumhuriyet Bilim Teknik ekinde yazdığı makale de öğrenmiştim. Ezbere soru sormazdı. Sınavları klasik ve kişiye konuyu düşündürterek tartıştırırdı. İyi bir ölçme değerlendirme sistemi vardı. Sınav kağıtlarını değerlendirirken öğrencinin konuyu anlayıp anlamadığı esasına dayandırarak hassas terazide tartar gibi bilimden ve bilgiden yana not verirdi. Hiçbir güç sınav sonuçlarını değiştiremezdi. Sınav sonrası sorduğu soruları tekrar sınıfta bizler ile tartışır ve anlaşılmayan kısmın anlaşılmasını sağlardı.  


Kitap yazmanın önemi ve sorumluluğunu çok iyi kavramıştı. Her bilim adamının mutlaka bir yazılı kitabının olmasını önerir ve örnek olurdu. Yaptığı işi sever ve benimserdi. Zihinsel süreçlerde titiz, esas–ayrıntıda mükemmeli arayan bir düşün adamıydı. Kitabını yazarken termodinamiğin ikinci temel kanununda geçen ve algılanması zor olan soyut bir kavram olan “entropi” yi olasılık bağlamında anlaşılır kılabilmek için daktilosunda defalarca yazıp yırttığı müsveddeleri sayılamayacak kadardı. Kitabının bazı bölümlerinin kurgu, yazım yönünden beğenmeyerek defalarca yazmasında Orhan Velinin dizelerindeki “Çok yaklaştım, fakat anlatamıyorum” şiirselliğindeki mükemmeliyetçi bakış açısı yatmaktadır. Yürürken, uyurken, yemek yerken kısacası günün 24 saatinde yazmakta olduğu kitabıyla meşguldü. Daktilosunda tek parmakla yazmakta olduğu kitabı hazırlarken birçok dilde yayınlanmış çok sayıda kaynak okuyup, kendi bilgi ve deneyimleriyle özdeşleştirdirğini gördük. Bu kitaba o kadar konsantre olmuştu ki, yolda, bölüm koridorlarında yürürken bile bazen kimseyi görmez ve duymaz olmuştur. Bu durum bir çoğumuz tarafında selam vermiyor diye yadırganırdı.


İyi bir dil bilimci idi. İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca’yı tam bildiğini ve makale takip ettiğini biliyorum Ayrıca Rusça, Arapça, Farsça ve Yunanca dillerini de karşılaştırmalı olarak çalışıyordu. Geçenlerde hocaya ait bir defter elime geçti ve orada dilleri anlamaları ve kök yapıları itibarı ile karşılaştırdığını ve önemli not düştüğünü gördüm. Not defterinde herhangi bir kelimenin değişik dillerdeki yazılışı, okunuşu, anlamı ve kök yapısını yani etimolojisini en ince ayrıntısına kadar incelendiğini gördüm. Her konuda sözlükleri bulunuyordu kitaplığında, Türk Edebiyatının seçkinlerini tanır ve izlerdi.


İyi bir eleştirmendi. Bölüm seminerlerinde sorduğu sorular ile hem yardımcı olur hem de yeni ufukların açılmasına vesile olurdu. Sorduğu soru ile hepimizin ufkunu açar ve konunun anlaşılmasına katkıda bulunurdu. Hiçbirimizin göremediği açıdan bakardı olaylara. Eleştirel bakış açısının bir felsefe bakış açısı olduğunu bunu kavramadan bilimsel eleştirinin olmayacağını belirtirdi. Kendiside kafasına takılan en küçük bir ayrıntıyı ilgili kişilere sorar ve tatmin olana kadar her yönü ile sorgulardı.


Doğa ve Doğal Sistemler hakkın da derin bilgi sahibi idi. Özellikle, ekosistemlerin yapı ve işlevleri  hakkında modern  ve pozitif yaklaşımlara çok yatkın bir bilim adamıydı. “gerçek” ve “doğru” sözcükleri ve bunların tanımları üzerinde oldukça uzun tartışma ve sohbetleri ayrıca severdi. İyi bir sohbet gönül insanıydı. İnce ve düzeyli espriler yapardı. Ortama sorduğu sorularla gündemi belirlerdi. Üniversitede tanındıktan sonra bir çok bilim adamının örnek aldığı “bir ölçü” durumuna gelmişti. Olaylara Mahmut Bey’in gözü ile bakılmaya başlanmıştı. Bilim adamları araştırma projelerini kendisine okutur, olurunu alır duruma gelmişlerdi.


Uzak öngörüsünün dayanağı; hızla hareket eden zihinsel bir kaynağın beslediği geniş bir hayal gücü ve sağlam mantıksal kurgu üzerine kurulmuş düşünce temeliydi. Bu bağlamda topraktan doğrudan gıda elde edilmesinin Nobel’e değer bir çalışma olacağını öngörürdü.
İyi bir okurdu. Düzenli olarak Cumhuriyet kitap kulübünden kitap alır ve kütüphanesinde her konuda kaynak bulunurdu. Kitapları görenler beklenmedik kaynakları okuduğunu ve kitaplarına önemli konuları not düştüğünü söylüyorlar. Beğendiği makale, kitap ve gazete gibi kültürel veya bilimsel yazıları mutlaka arkadaşları ile tartışır ve paylaşmaya çalışırdı.
Derin bir tarih bilinci vardı, bütün olayları geçmişini neden ve niçinler ile analiz ediyordu. Uygarlıklar tarihine büyük önem veriyordu. Şimdi verdiğim “Toprak Kavramının Evrimi” adlı dersi yüksek lisans düzeyinde kendisi veriyordu. Toprak kavramının insan beyninde ışıldama sürecinin mağara insanında başladığını ve halen günümüzde süren savaşların temelinde toprak kavramının olduğunu belirtiyordu. Konu ile ilgili topladığı materyaller arasında temel felsefe kaynakları, antropoloji ve arkeoloji kaynakları bulunmakta idi.
İyi bir kütüphaneciydi. Bölüm kütüphanemizdeki kaynak kitaplarını merkezi kütüphane kataloguna dahil ettirdi. İlk asistanlık yılımda kendisi ile bir hafta boyunca geceli-gündüzlü keyifli sohbetler içersinde kütüphaneyi düzenledik. Öğrenmenin en kolay yolunun sınıflamadan geçtiğini kendisinden o sürede öğrenmiştim.


İyi bir arşivci ve mektup koleksiyoncusuydu. Gerek kendisine gelen ve gerekse kendisinin gönderdiği mektupların kopyaları düzenli olarak arşivlediği ölümünden sonra görenleri hayrete düşürmüştür. Günlük tutar, katıldığı her toplantıyı tarih ve saati ile not düşerdi.
Kendisine yapılan eleştirilerin başında asosyal olması gelirdi. Fakat kendisini tanıyanlar ise gerçeğin farklı oluğunu bilirlerdi. Sosyal yönü gelişmeyenin bilimsel yönünün olmayacağını kendisinden duymuştum. Kendisi de öyleydi. Yakın arkadaşlarının aktardığına göre Üniversitede göreve başladıkta sonra ilk yaptığı iş olarak Çukurova Bölgesini gezerek bir çok konuda gözlem ve incelemeleri not etmek ve daha sonra araştırmalarının yönünü belirlemek olmuş. Çok çalıştığı ve derin düşündüğü için az konuşur, az gezer ve gezerken de derviş misali dalgın olduğu için eleştirilirdi. Az içer fakat içtiğinden büyük keyif alırdı. En son 1987 yılında Antalya’da düzenlenen Toprak İlmi Derneği toplantısında akşam eğlencesinde Mahmut beyin keyiflendikten sonra halay çekmesi ve Aspendos kalesindeki keyifli hali ve otobüs yolculuğunda biz gençlerle birlikte söylediği şarkı ve türküleri dinleyen kırk yıllık arkadaşları bile inanamamışlardı.


 Güzel sanatlara ve kültüre düşkündü. Belirli dönemlerde toprak etüt çalışmalarına gittiğimiz illerdeki mimari yapı ve eski eserlerin hangi döneme ait olduğunu bilirdi. Tiyatro düşkünü idi, müzik zevki ise çağdaş batı müziği, Türk halk ve klasik müzik beğenileri arsındaydı. 1960’lı yılların protest müziğin öncülerinden olan Kızılderili Joan Baez’ın ismini ilk defa kendisinden duymuştum. Bir gün ilgi duyduğum konuları öğrenmek için olsa gerek nelerden hoşlandığımı sormuştu. Şimdi ismini hatırlayamadığım uluslararası üne sahip bir çok çağdaş sanat ve kültür insanından bahsetmişti.


Hoca Üniversitemizde Satranç turnuvalarını düzenleyen ilk kişi olarak satrancın önemini anlatmaya çalışıyordu. Çünkü o bir toplumun gelişmesinde analitik düşünmenin ne denli belirleyici olduğunu iyi kavramıştı. Önemli futbol maçlarının yorumunda bulunurken fizik yasalarına uygun satranç oynar gibi oynayan oyuncuları ve takımları beğenirdi. Günümüzde modern eğitim kurumlarında satranç derslerinin verildiğini biliyoruz. Artık bir kaç hamle ötesini göremeyen toplumların bilgi toplumu sıralamasında hiç bir yerinin olmadığı gün gibi açıktır.
Üniversite sorunlarına çok duyarlı idi. Üniversitelerin olmasa olmazları arasında özgür tartışma ortamı geldiğini söylerdi. Her konunun felsefi boyutta tartışıldığı ortam olarak görürdü üniversiteleri. Neye karşı çıktığını çok iyi bilirdi. YÖK’nun üniversite özerkliğini zedelediğini ve bunun ileride kışla düzeni mantığı ile otoriter yapıya dönüşerek dayatmalar ile özgür düşünmeyi ve tartışmayı tehlikeye sokacağını belirtiyordu. Dayatmalara şiddetle karşıydı.


Mütevazı bir kişiliği vardı. Ufak şeylere kolay kananlardan değildi. Zamanın kıymetli olduğunu bildiği için önemli şahsiyetlere sırf görünmek için görünmezdi. Ne derece de doğru bilmiyorum, çok sonradan öğrendim, o dönemin yöneticileri “bir gün bile bize gelmedi” gibi serzenişte bulunmuşlar. Fakat Mahmut Hoca geldiği yere kendi çabaları ve beyni ile gelmişti. Abisi orduda general olmasına rağmen bir gün abisinden bahsettiğini duymadık. Kişisel başarıyı önemserdi. Önemli olan kişinin liyakatle, bilgisiyle ve çabası ile hakkettiği yere tırmanabilmesidir derdi. Bu özellikleri olmayan kişilerin gerek kamuda ve gerekse özel sektörde başarılı bir kişi olması mümkün değil derdi. Kişiler belirli makam ve mevkilere gelebilirler; bunlar rastlantı sonucu veya adamsendecilikle kazanılmış olabilir. Önemli olan o koltuğu doldurmak derdi. Kültürel olarak, bilimsel olarak iyi yetişmemiş davranış eksiklikleri, bilgi noksanlıkları, özümleme yetersizliği hemen sırıtarak kendini belli eder derdi. Büyük mevkiye geçen kişinin deyim yerinde ise elit, (seçkin) olması, yani kültürel altyapısının olması gerekir derdi. Bunun için kişinin kendisini iyi yetiştirmesi ve bunun için zaman ayırması gerekir derdi. Bunun da kolay olmadığını bilmek lazım derdi.
Hoca multidisipliner çalışmayı sever ve desteklerdi. Asla bilmediği konuya girmez ve aç gözlülük etmezdi. Yardımı severdi. Akilli ve çalışkan olana yardim ederdi. 
İnsanı iyi analiz ederdi. Çevresinde olup bitenleri sezerdi. Hisleri çok güçlü idi. Ona buna kanmazdı. Çok iyi bir dinleyici idi. Tanımadığı birinin yanında konuşmaktan çok dinlemeyi tercih ederdi. Olayları her yönü ile süzgecinden geçirerek incelerdi. İyiyi-kötüyü, güzeli-çirkini birbirinden ayırt edecek diyalektik bilince ve uyanıklılığa sahipti. Yaşam bilinci güçlüydü. Yaşamında iyi-kötü, başarı-başarısızlık, acı-tatlı gibi inişleri ve çıkışları olmayan yaşamın yaşanmış yaşam olmadığını grafiklerle anlatırdı. İnce ruhlu idi, duygusaldı, fakat şekilden çok öze ve ayrıntıya önem verirdi. Özgürlüğüne düşkündü, istemediği bir şeyi kendisine hiçbir kuvvet yaptıramazdı. Başarının ayrıntıda gizlendiğini çok iyi biliyordu. Düzenlediği bir kongre kitabının harmanlanmasını birlikte yapmıştık. Titizliğin ve ayrıntının önemini o zamanki çalışmada yaşayarak kavramıştım. Ayakkabının estetiğinin ne anlama geldiğini, eğitilmiş ve eğitilmemiş insanın ayakkabılarının farklığını kendisinden duymuştum. Eğitilmemiş adam yavaş konuşmasını bilmez derdi. Başkasının etkisinde kalmak, kraldan çok kralcı olmak gibi onur kırıcı davranışları yoktu. Hoca halk deyişi ile “Adam gibi adamdı”. Bilimi ve bilgisi ile kendini yetiştirmiş aydın bir bilim adamı idi. Kültür altyapısı tamdı. Olayları algılayabilmesi, çözümleyebilmesi, vizyon sahibi olabilmesi, sanatın değişik dalları ile ilgisinin olması yönleri ile yetişkin bir bireydi ve biz merkezliydi. Bencil değil, paylaşımcı idi, işi başkasına yıkma diye bir alışkanlığı yoktu, öğrencileri ile birlikte laboratuvarda çalışmasına imrenirdik. Olaylara eleştirel bakmayı, tarih bilinci ve kültürel zenginliği ile gönlümüzün aslanı idi. Bütün serveti beyinsel zenginliği ve aydınlatmacı dünyası idi. Evde ve üniversitede kitapları ve laboratuvarı onun renkli dünyasını süslüyordu.


Şimdi geriye baktığımda Mahmut beyin önemini daha iyi anlıyorum ve arıyorum. Ne aradığını ve söylediğini bilen, ilkeli bir kişiliği vardı. Duruşu belli, nerede duracağını bilen biri idi. Renk vermeyen, duruma göre görüş oluşturan, hatırlı kişilerin ricası deyip iş bitirenlerden değildi. Arkadaşlarının aktardığına göre ulaşım sorunu olan bir ilkokulda çalışan eşi için ayrıcalık yapmayı düşünmemiş. Yanlışa taviz vermez kişiliği ile doğru bildiğini sonuna kadar savunan, kırmadan dökmeden medeni çerçevede açık ve dürüst olarak söylemek istediğini kişinin yüzüne rahatlıkla söylerdi. Ahmet Arifin dediği gibi “ne İskender takardı ne de Sultan Murat”. Adamına göre davranmak, bir yere gelmek için taviz vermek, pazarlık, ayak oyunu, el pençe durmak, yağcılık, güçlüden yana tavır almak hiç benimsemediği tutum ve davranışlardı. Öldüğünde Bölüm tarafından verilen gazete ölüm ilanında aynen şöyle söylenmektedir “Gösterişi sevmeyen, kimseye boyun eğmeyen, büyük insan”. Yakın çevresi de kendisini böyle bilirdi. Yakın arkadaşları da ölüm ilanında içten ve gönülden gelerek Mahmut hocayı şöyle tarif etmişlerdir “Gösterişten uzak, herkesi dünyasını yararlı kılabilecek, eleştiri ve etki derinliğine sahip, bilimsel yaklaşımı yaşamına uyarlamış sevgi ve dostluk dolu can kardeş büyük insan”.  


Akranım değildi fakat kendisi ile bir yaz staj yapma şansım oldu, asistanlığım süresince kendisinin öğlen molalarındaki sohbetlerine katılırdım. Büyük keyif alırdım beyinsel olarak zenginleşmekten. Dünyası biraz derin olduğu için çok yönlülüğü içerisinde bilinmeyen diğer başka yönleri var mıydı bilmiyorum. Benim o dönemde hafızamda kalan bilgiler bunlar.
Dersinde evrende elementlerin sevişmesinden ve elektronların dansından bahsederdi. Ne demek istediğini ve ne anlama geldiğini halen belki bilmiyorum fakat eminim ki kendisi evrende doğanın bütün güzellikleri ile dans ederek sevişmektedir. İyi ki öğrencisi olmuşum ve tanımışım. Yaşadığımız sürece aziz hatıranı kalbimizde yaşatacağız. Toprağın bol, mekanın cennet olsun Mahmut Hoca.


Mahmut hoca gibi ilkeli ve bilinçli olma dileği ile. 


Not: Bazı konular Mahmut Beyin yakın arkadaşları ile konuşularak netleştirilmiştir.


________________


* Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ. Çukurova Üniversitesi, Adana

696940cookie-checkProf. Dr. Mahmut Sayını Anarken

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.