Prof. Dr. Süleyman İrvan’la Kıbrıs

Kıbrıs meselesi herzaman Türkiye’nin gündemini meşgul eden bir konu başlığı ancak Kuzey’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra gelişen süreç ve karşılıklı söylemler ortalığı bir hayli ısıttı. 14 yıl Lefkoşa Belediye Başkanlığı yapmış, ODTÜ mimarlık mezunu Mustafa Akıncı, bağımsız olarak girdiği seçim yarışının 2. turunda yüzde 60.5 oranında oy alarak KKTC’nin yeni cumhurbaşkanı oldu. Peki, ne olmuştu da bağımsız aday Mustafa Akıncı Kuzey Kıbrıs halkına dokunabilmişti? Prof.Dr. Süleyman İrvan, bu noktada şu ifadeleri kaydediyor:

“Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde seçmenin desteğini kazanmasının bence iki nedeni var. Birincisi, Kıbrıs sorununun çözümü konusunda ortaya koyduğu vizyon. İkincisi de Türkiye ile ilişkileri yeniden tanımlama girişimidir.”

Mustafa Akıncı’nın KKTC ile Türkiye arasındaki ilişkileri yeniden tanımlayacağı noktasında şüphe yok çünkü seçilmesine mutakip çok çarpıcı bir çıkış yaptı: “Türkiye ile iki kardeş ülkeyiz. Yavru artık büyümek istiyor!”

Mustafa Akıncı’nın bu çıkışına Cumhurbaşkanı Erdoğan çok sert tepki göstererek, “Ağzından çıkanı kulağı duysun” dedi. Sonrasında Erdoğan ile Akıncı’nın telefonda görüşmesi, Akıncı’nın Ankara ziyareti ortamı yumuşatsa da Türkiye ile KKTC ilişkilerinin gelecekte eskisi gibi olmayacağı açık. Prof.Dr. Süleyman İrvan, bu konuya dair şu tespitleri yapıyor:

“Türkiye ile ana-yavru ilişkisinden kardeş ilişkisine geçilmesi gerektiğini seçim kampanyası boyunca dile getirmişti sayın Akıncı. Bu söylem değişikliğinin Kıbrıslı Türk seçmende karşılık bulduğu görülüyor. Çünkü Kıbrıslı Türkler, Türkiye’nin ikide bir siyasete müdahale etmesini, paranızı biz veriyoruz öyleyse dediğimizi yapacaksınız şeklindeki üstenci bakışını aşağılayıcı buluyorlar ve haklılar da.”

KKTC’nin yeni siyasal hayatından Türkiye ve Rum Kesimi ile ilişkilerine, Türkiye’deki seçim sürecinin medya boyutundan sosyal medyaya kadar pek çok konu başlığını Kıbrıs Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Sinema, Televizyon ve Gazetecilik Bölümü öğretim üyesi, kıymetli hocam Prof.Dr. Süleyman İrvan ile konuştuk. Kendisinin perspektifinden önemli tespitler bulacaksınız…

***

– Mustafa Akıncı’nın bağımsız aday olarak seçimleri ikinci turda yüzde 60 oy oranıyla kazanmasını Kıbrıs halkının siyasal eğilimleri açısından nasıl okumak gerekiyor sizce?

– Bilindiği gibi, KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda yedi aday vardı. Bu adaylardan dördü, Dr. Derviş Eroğlu, Mustafa Akıncı, Dr. Sibel Siber ve Prof.Dr. Kudret Özersay iddialı girmişlerdi seçime. Hatta yapılan kamuoyu araştırmalarında pek de kendisine şans tanınmayan Prof. Özersay, ilk turun en büyük sürprizini yaparak yüzde 21 oy almayı başardı. Denilebilir ki Özersay en bağımsız adaydı. Çünkü görünüşte Derviş Eroğlu da Mustafa Akıncı da bağımsız adaylar olarak seçime girmişlerdi ama arkalarında açıklanmış parti destekleri vardı. İlk turun bir diğer sürprizi ise, solun büyük partisi olan Cumhuriyetçi Türk Partisi adayı Dr. Sibel Siber’in seçimlerden üçüncü çıkarak ikinci tura kalamamasıydı. Dr. Derviş Eroğlu, sağ partilerin desteklediği aday olarak, beklendiği gibi ilk turu yüzde 28 oyla önde tamamladı. Ancak aldığı destek, her iki partinin (UBP ve DP) son seçimlerde aldıkları toplam oyun (yüzde 50) çok altındaydı. Sağ partilerin oylarının önemli bir kısmının Kudret Özersay’a gittiği söylendi ancak bunu somut olarak ortaya koyabilecek bir veri yok elimizde.

İkinci turda Mustafa Akıncı’nın seçimleri açık bir farkla kazanmasının birkaç nedeni var. Bunlardan biri, Derviş Eroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı sırasında iktidarda olan UBP’ye müdahale etmesi ve parti içinde küskünler yaratmasıdır. Belli ki bu küskünler Eroğlu’nu cezalandırmak yoluna gittiler. Ayrıca, Derviş Eroğlu’nun Kıbrıs sorunun çözümünde pek istekli olmaması da Kıbrıslı Türk seçmende bir bıkkınlık yarattı. Mustafa Akıncı, kampanya sürecinde ortaya koyduğu çözüm vizyonuyla seçmende yeni bir heyecan yaratmayı başardı. İki turlu seçimlerde seçmenler siyasal eğilimler yanında ortaya konan vizyona ve oluşturulan beklentiye göre davranış sergiliyor. Kıbrıslı Türk seçmen de statükonun devamı yerine değişimi seçti. Bunu ben böyle okuyorum. Bu sonucun gelecekteki milletvekili seçimlerine yansıması nasıl olur, onu ayrıca değerlendirmek gerekir.

– Sizce Mustafa Akıncı’yı, 14 yıl Lefkoşa Belediye başkanlığı yaptığı da düşünüldüğünde, bir bağımsız aday olmasına rağmen Kıbrıs halkı gözünde bu noktaya taşıyan etkenler nelerdir?

– Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde seçmenin desteğini kazanmasının bence iki nedeni var. Birincisi, Kıbrıs sorununun çözümü konusunda ortaya koyduğu vizyon. İkincisi de Türkiye ile ilişkileri yeniden tanımlama girişimi. Türkiye ile ana-yavru ilişkisinden kardeş ilişkisine geçilmesi gerektiğini seçim kampanyası boyunca dile getirmişti sayın Akıncı. Bu söylem değişikliğinin Kıbrıslı Türk seçmende karşılık bulduğu görülüyor. Çünkü Kıbrıslı Türkler, Türkiye’nin ikide bir siyasete müdahale etmesini, paranızı biz veriyoruz öyleyse dediğimizi yapacaksınız şeklindeki üstenci bakışını aşağılayıcı buluyorlar ve haklılar da.

– Mustafa Akıncı’nın Türkiye’ye yönelik “Iki kardeş ülke” ve “Yavru vatan artık büyümek istiyor” çıkışını nasıl okumak gerekiyor? Bu çıkışın Kıbrıs’ta halk gözünde bir karşılığı var mı?

– İki kardeş ülke vurgusu, Mustafa Akıncı’nın kampanya süresince dillendirdiği bir söylemdi. Her ne kadar yavru vatan söyleminin özellikle milliyetçi seçmende bir karşılığı varsa da özellikle sol seçmen kitlesi açısından bu söylem, bir tarafı diğerine bağımlı gösteriyor. Ana, bazen koruma güdüsüyle bazen de iktidarını hissettirmek için yavrusunu kısıtlar, eziyet eder. Ana-yavru ilişkisi patolojik bir ilişkidir. Ananın gözünde yavru hiçbir zaman yetişkin konumuna erişemez, tek başına doğru kararlar veremez. Her meydan okuyuşunda, “sana verdiğim emekler gözüne dizine dursun” denilerek azarlanır. Türkiye ile KKTC ilişkisi de biraz bu duruma benziyor işte. Dolayısıyla Mustafa Akıncı’nın seçim kampanyasında söylediği şu sözler seçmende karşılık bulmuştur: “Türkiye ile karşılıklı saygıya dayalı, yeni bir ilişki biçimine ihtiyaç vardır. Karşılıklı yarar temelinde işbirliğini gözeten, kişilikli ilişkiler kurulması, her iki tarafın da yararınadır. Kıbrıslı Türk toplumunun iradesinin yönetime doğru yansıması ve kendi kurumlarında söz sahibi olması esastır. İlişkilerin zemini teslimiyet ya da çatışma değil, uzlaşma olacaktır. Uzlaşmanın temeli de karşılıklı olarak, haklara saygıdan geçmektedir!”

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Ancak ‘iki kardeş ülkeyiz’ dediğinizde bu farklı yerlere gider. Sayın Akıncı’nın ağzından çıkanı kulağının duyması lazım. Türkiye KKTC’ye niye sahip çıkıyor? Bunun bir esbabı mucibesi var. Kardeş olarak çalışmanın bile bir yolu vardır ve bir bedeli vardır. Bu ülke KKTC’ye bir bedel ödemiştir. Hâlâ da ödüyoruz. Biz şehitler vermişiz. Bu yavru vatan ayakta kalabilsin diye. Son olarak oraya yaptığımız para yardımı 1 milyar dolar. Biz göreve geldiğimizde öğrenci sayısı 25 binken, 60 bin oldu. Kardeşlik bunlarla oldu. Şu anda uluslararası camiada bu kavgayı veren kim? Acaba Sayın Akıncı bu kavgayı kendi başına verebileceğini mi sanıyor?

Türkiye KKTC’ye yavru vatan olarak bakmaya devam edecektir.” şeklindeki çıkışı sonrasında Mustafa Akıncı, “ Neden rahatsız olunuyor, bunu anlayamadım? Türkiye bu yavrunun büyümesini istemiyor mu? Hep yavru mu kalalım? Ayaklarımınızın üstünde durmayalım mı? Ben sözlerimin arkasındayım. Ben beynimle söylüyorum. Bunlar doğrudur ve yalnızca KKTC için olan doğrular değildir. Adadaki bütün Kıbrıs halkı için olan doğrulardır. İlk günümde böyle bir tartışma içine çekilmekten mutlu olduğumu söyleyemen. Belli ki Erdoğan’a belirli şeyler söylenmiş. Ben kişilikli bir ilişkiden söz ettim; belli ki farklı yaklaşımlar var, bunlar oturulup konuşulur. Kıbrıs halkı anavatan sevgisini koruyacaktır. Ancak bu topraklarda kendi kimliğini ve kişiliğini kazanması için bu yavruluktan kurtulmalıdır” diyerek pozisyonunu sürdürdü.

– Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’ın seçilmiş cumhurbaşkanı Akıncı’nın çıkışına yönelik “ağzından çıkanı kulağı duysun” söyleminin Kıbrıs siyaseti ve halkına yansıması nasıl oldu sizce?

– Erdoğan’ın bu çıkışının Kuzey Kıbrıs’ta alkışlarla karşılandığını söyleyemem. Hatta seçimlerde Eroğlu’na oy veren seçmenlerin bile bu çıkıştan rahatsız olduğunu söylemem gerekir. Çünkü seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın daha ilk günde “ağzından çıkanı kulağın duysun” şeklinde azarlanmasının hemen ardından Akıncı’nın “hep yavru mu kalalım” şeklindeki çıkışı olmasaydı belki bugün iki ülke arasında gerçek bir krizle karşı karşıya kalacaktık.

– Sizce Mustafa Akıncı’nın seçilmesinin Kıbrıs’taki çözüm süreci ve Rum kesimiyle ilişkilere yansıması nasıl olacak?

– Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanı seçilmesi, adanın hem Kuzey’inde hem de Güney’inde çözüm umutlarını artırdı. Elbette, kendisinin de söylediği gibi, Akıncı’nın elinde sihirli bir değnek yok. Çözüm masada olacak ve her iki tarafı da ikna edecek bir çözüm bulunması gerekiyor. Bu bağlamda, 11 Şubat 2014’te Birleşmiş Milletler gözetiminde taraflar arasında imzalanan 7 maddelik mutabak metni çok önemli. Kıbrıs’ta yakalanan olumlu havayı ileriye taşımak liderlerin elinde. Ankara’daki basın toplantısında da ifade edildiği gibi, 2015 yılı Kıbrıs’ta çözüm yılı olabilir. Bu konuda temkinli iyimser olduğumu söyleyebilirim. Özellikle iki toplum arasında güven yaratıcı adımlar atılabilirse, çabuk mesafe kaydedilebileceğini düşünüyorum. Bu bağlamda hem Kıbrıs Türk ve Rum medyasına hem de üniversitelere büyük görevler düşüyor. Medya, barış gazeteciliği perspektifi içinde sorunun çözümünün bir parçası olabilir. Üniversiteler de ortak akademik etkinliklerle ilişkilerin gelişmesine katkı koyabilir.

– Türkiye’de seçim sath-ı mailine girdik ve siyasal propagandanın hakim alanı şüphesiz medya. Evrensel basın meslek ilkeleri gözetildiğinde, sizce medyanın siyasete mesafesi nasıl olmalı?

– Evrensel gazetecilik ilkeleri, medyanın seçim sürecinde toplumu tam ve doğru bilgilendirmesi gerektiğini öğütlüyor. Seçmen tam ve doğru bilgilenmeli ki doğru kararlar verebilsin. Medyanın siyasete karşı mesafesini belirlemede temel kriteri adalet ve denge olmalı. Partilerin kampanya etkinlikleri adil ve dengeli biçimde medyada yer aldığı takdirde partiler seçmenlere kendilerini doğru biçimde ifade etme olanağı bulacaklardır. Medyadan tarafsızlık beklemek boşunadır. Önemli olan medyanın siyaset haberlerini çarpıtmadan, nesnel biçimde aktarması ve seçime giren partilerden bazılarını yok saymamasıdır.

Türkiye’deki medyanın durumu, dili ve sahipliği düşünüldüğünde, siyasal iktidarın hakimiyeti yadsınamaz bir gerçek. Medya okuryazarlığı seviyesi düşük olan kitlenin manipülasyona kapılmasını önlemek için muhalefet partileri ne yapmalı?

– Türkiye medyasının önemli bir bölümü siyasal iktidarın etki alanındadır. Birkaç günlük gazete manşetlerine bakıldığında, Akşam, Sabah, Milliyet, Star, Yeni Şafak, Güneş, Takvim, Türkiye, Milat, Akit, Vatan ve hatta Habertürk gazetelerinin iktidara açık destek verdikleri görülecektir. Haber kanalları da her gün siyasal iktidarın mitinglerini canlı yayınlarla vermektedir. Buna, Cumhurbaşkanı’nın hemen her gün yaptığı konuşmaları ve mitingleri de ekleyin. Muhalefet partilerinin en önemli handikapı seçmene ulaşmada medya engeliyle karşılamasıdır. Maalesef bu sorunu ortadan kaldırabilecek bir mekanizma da yoktur. RTÜK, iktidarın denetiminde olduğu için, abartılı biçimde iktidar lehine yayın yapan televiyon kanallarını uyarma görevini yerine getirmemektedir. Ancak unutmamak gerekir ki, seçim kampanyasının ana amacı seçmeni ikna etmektir. Seçmeni ikna edecek şey de medyadaki görünürlük değil, vaatlerdir. Seçmen geçmişi değil, geleceği satın alır.

– Sosyal medyanın geldiği nokta düşünüldüğünde, sosyal medyanın seçim sonuçlarına muhtemel etkisini nasıl görüyorsunuz?

– Türkiye’de sosyal medya kullanımı çok yaygınlaştı. Hatta Türkiye’nin özellikle twitter kullanımında dünya lideri haline geldiğini söyleyen haberler de var. Bu durum, aktif bir seçmen kitlesinin varlığına da işaret ediyor. Her ne kadar geleneksel medya siyasal iktidar tarafından kuşatılmışsa da sosyal medya üzerinde iktidarın görünür bir hakimiyeti yok. Bu da muhalefet için bir alan açıyor. Muhalif söylemler en çok sosyal medyada rahatlıkla kendini ifade edebiliyor. Sosyal medyanın, fikir iklimi üzerinde var olan baskı ve sansür girişimini büyük ölçüde kırdığını düşünüyorum. Muhalefet partileri, geleneksel medya üzerinden ulaşamadıkları kitlelere pekala sosyal medya üzerinden ulaşablirler. Sosyal medyayı iyi kullanan partilerin bunun karşılığını alacağını düşünüyorum.

– Sizce geleneksel medya siyasal iletişim ve propaganda noktasında hala etkin mi? Sosyal medya mı yoksa geleneksel medya mı bu noktada daha işlevsel gözüküyor?

– Siyasetin halen ağırlıklı olarak geleneksel medya üzerinden yürütüldüğünü söylemem gerekir. Çünkü geleneksel medya üzerinden daha fazla seçmene ulaşmak mümkün. Ayrıca, geleneksel medyada kurumsal yapılar söz konusu olduğu için, içerik üretimi de daha düzenli. Zaten sosyal medyada paylaşılan içeriğin büyük bir bölümü de geleneksel medyada üretilen içerik. Yani geleneksel medya gözardı edilerek sadece sosyal medya üzerinden siyasal iletişim ve propaganda faaliyeti yürütmek yeterli değil gibi görünüyor şimdilik. Her ne kadar, geleneksel medyada sansüre uğrayan içerik sosyal medyada kendisine yer buluyorsa da, içerik üretimi açısından bakıldığında geleneksel medyanın hâlâ vazgeçilmez olduğunu gösteriyor. Geleneksel medyanın etkisini ve gücünü yitirdiğini söylemek için henüz çok erken.

737460cookie-checkProf. Dr. Süleyman İrvan’la Kıbrıs

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.