Sen, iyisi mi 'bay' kal

Yırtıcının da sonu gelmiştir artık…  Korku birikir, heyulalar kaplar zihnini… “Travma” halidir
bu. Oysa “Hiç bitmeyecek bir beste”ydi seninki.


Che Guveracıyla, Tekin Alpçiyi bir araya getiren teker, yüz yıl önce Yıldız terörüyle dönmeye başladı. “Asrın en siyasi padişahı”na suikast, yollarını açtı. Çok mutlu oldun(!) Kısa sürdü fakat. Bir an sendeledin, sonra toparlandın.


“Yakın düşman”, “uzak düşman” ürettin. Kuvveden fiile senle bir, iri ve diri olanı çizginin dışına ittin. Kin ektin, nefret biçtin. Sen “ne mutlu”, onlar “kıro”….  Senle dildaş olmayanı yok saydın. Yaratılışa başkaldırdın. Totem örneklerin vardı. Kenan ilinde, Delhi’de, Atina’da, Kremlin’de, Pekin’de, Teksas’ta…


Saflar netleşince, “uzak düşman”la kolkola girdin. Şimdi varsa yoksa “yakın düşman”dı. Dağıstan’ın, Saraybosna’nın erleri derdest oldu; bilinmeyen yerlerde peşkeş çektin ebed müddet dostlarını, Ortodoks pazarına…


Tavizler verdin, iktidarı aldın. Pamuk ipliğine bağlı.


Tek sen vardın; can boğaza dayanmış, “Zulüm bütün esbab-ı cefasın toplamış, gelmiş”ken; “Yeter söz milletin!” uykularını kaçırmış; eski tüfek ihtiyarlara sefer emri vermiş; halka rağmen halk için, “derin”lerde boy atmış, filizlenmişsin.


 “Hayat Kitabı”na hor bakmış, “Kurtuluş Çağrısı”na kulak tıkamışsın. “Huzur”dan kaçış; kalp ağrısı, yürek sancısı olmuş; ölmeden mezara girmişsin. Hesabın ötelere kalmadan, O’nun gazabı çökmüş üstüne; daha yaşarken lanetle anılmışsın. Taş üstüne taş koymamış; taş üstünde taş bırakmamışsın.


Sıska gazeteciyle, gödelek mühendise vermişsin, hedef şaşırtma görevini. Zayıf olanı “sol”u, diğeri “sağ”ı kapmış. Sistem, kendi yavrularını yemiş; “üç fidan”ı kurban etmiş, Lordlar aşkına!


Postallardan merhamet dilemişsin, onlar da canına okumuşlar köylünün, kentlinin.


“Yeter ki mutlu olasın!” diye kan gölüne dönmüş; sokaklar, köşe başları… Analar bir gece kaybolan evlatlarını, garipler mezarlığında bulmuşlar.


Tuncelili ana, Yozgatlı ana, Edirneli ana, Diyarbakırlı ana…. kahretmişler, izmlerin her rengine… Tam da “anaların ittifakı” kurulacakken; vatan aşkına bombalar patlamış; vatan, vatandaşa mezar olmuş. Cuma anneleriyle, cumartesi anneleri bir bir kovulmuş kapından.


Söğüt ruhu, “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” haykırışıyla, Yavru Vatan’a bir Sokollu neşteri vurup, Anadolu’ya ışık tutmuş;  “Onlar ortak, biz pazar; olmaz, olamaz!”  nidası, yüz binleri yeniden büyük bir aşkla sarmışken….


Vaşington’dan görevli pırpırlı, binleri tabutluklara tıkamış; “Vatan dedik, bayrak dedik, marş dedik, misak-ı milli dedik ya; bizi niçin tutuyorsunuz burada?” itirazına:


“Biz sizi kullandık; sırtınızdan silah sattık; Bahçelievler’dekiyle Çorum’dakinin seri numarası aynı; siz körü körüne liderlerinize uydunuz; onlar bizim misafirimiz; size de ne yaparız, göreceksiniz!”


 “Biz de emek, özgürlük, devrim, alın teri… dedik; niçin, niçin, niçin…?” feryadına: “Hadi canım sende; sizin özgürlüğünüz, bizim tekelimizde; bizim istediğimiz kadar hürsünüz; şimdi cezalardan ceza beğenin!” diyerek bir şafak vakti , yüzlercesi ihanet urganına gönderilirken sen; ne de pişkinmişsin; arkadaşların darağacında, sen Akdeniz sahillerinde sosyete avukatı….


Depolitize bir toplum arzulamışsın; yeniden toparlanıp siyaset sahnesine dönerken, Urfalı bağrıyanık, “Ayağında kundura” ile Maksim’e çıkmış; partneri, Yedi Kocalı Hürmüz misali beyaz perdede boy göstermiş; son kullanma tarihi geçince paparazzinin kraliçesi olmuş…


“Bölen bölünür” ; “tarih tekerrür eder” kaidesiyle… Altı Ok’u tekeline almış; sinesine batırmışsın Anadolu emekçisinin…  Milli Şef’i deviren selefinin yüzünü, İskandinav’da Baltık rüzgarı yalarken…


Tam da raylar oturmuş, sağ’ın geçimsiz kardeşlerinin “yazısına ayrılık düşmüş”; İstenmeyen Adam mührü almış, “beşli çete” teneke çalıp, horon tepmiş…


Sen de,“Burdan bize bir iktidar çıkar mı?” diye keyften dört köşeyken… mahfiller, Yunan Dostu Şair Başbakan’ı pudralamış; hevesin bir başka bahara kalmıştı.


Kitapçıklar havada uçuşurken defterin dürülmüş, evdeki hesap Güneş Motel’e uymamış; talihin yaver gitmemiş; zorla da olsa da zirveye tırmanamayınca….


Bu sefer de Sekiz Yüz Kırk İki Rakımlı Tepe imdadına yetişmiş;  “örtülü”nün örtüsünü aldırmış; “Benden yana olanı ihya edeyim!” diyerek, felaket tellalı televizyoncuya, “Dile benden ne dilersen; yeter ki üç ay daha oturayım; burası pek de rahatmış!…”temennisiyle Anadolu sermayesini kartel medyasına peşkeş çekmiş; lakin hevesi ursağında kalmıştı. Nemli gözlerle sarayı terk etmiş; ön kapı dururken, bir suçlu gibi arka kapıdan sığışmıştı.


Kırca’ya taş çıkartan, kapının sadık(!) dostunu “sav”amamış; sakarlığını memleket sevdasına bağlamış; eştiğin kuyuya düşmüşsün. Yavuz hırsız misali, “Ne de olsa, hala kilit noktalar bende!” aymazlığıyla başını yastığa korken…


 Bir sabah, “Nereden buldun; kime saçıp savurdun!” sorusuyla eklem yerlerine ağrılar saplanmış; güvendiğin dağlara kar yağmış!


Anlaşılan tasfiye sırası sana gelmiş. Yol yakın, son pişmanlık da fayda verirken… yetmiş yılın itirafını yap ve de ki:


“Ey halkım, iktidar zor görününce, ben de “Zor oyunu bozar!” diye “derin”lere sığındım; dokunulmaz dediğim nice Ademoğlu var ise soluğu kodeslerde aldı.


 Artık kendimi Yesevi’nin, Hacı Bektaş’ın engin rüzgarlarına bırakıyor; Yunus’un dalgakıran limanına demir atıyorum.


 Sine-i millete sığınıyorum; sille-i millet gelmeden evvel!”

708780cookie-checkSen, iyisi mi 'bay' kal

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.