İSVEÇ’TEN… Bizim hüzünlü aşklarımız (II)*

BİZİM HÜZÜNLÜ AŞKLARIMIZ (II)*
Bir arkadaşa mektup

Sevgili Arkadaşım,

Sana anlatacaklarım, içinde yaşadığımız zaman diliminin  yirmi beş- otuz  yıl öncesine ait…Yazdıklarım kimilerine masal gibi gelebilir.Bilmiyorum, sen de sabırla sonuna dek okuyabilecek misin?

Birbirimizi en son nerede gördük, film en son nerede koptu, anımsamıyorum. Zaten yaşantımız da bilinmezlik ve anımsamazlıklarla  dolu değil miydi? Mektubun sunuşunda, önce “Eski bir arkadaşa” diye başlayacaktım.Sonra gördüm ki, sen halâ varsın ve benim için yaşıyorsun.Sana “eski” demek yüreğime dokunurdu…

O yıllarda, bir kız arkadaşımın annesi “İnsan unutandır.Yıllar geçecek, yaşam kavgası her birinizi başka bir yana  fırlatacak  ve siz bu günleri unutacaksınız” derdi.Evet, geçen sürede gerçekten de çok şeyi unuttuk… Ama unutulmayan, belleğimizde iz bırakan, silinmeyen anılar, olaylarda var…

***

Seni en son nerede gördüğümü anımsamaya çalışıyorum.Galiba,12 Eylül’den kısa bir süre önceydi.Ben, Adana’ya bir yazı dizisi için gelmiştim.Seyhan Nehri’nin kenarındaki iki katlı küçücük evinizde düğün mü vardı ne? Çalgıcılar, kıvrak bir hava çalıyordu. Kadınlar, kızlar oynuyordu.

O günlerde, her gün arkadaşlarımız öldürüyordu. Öğretmenlerimiz, üniversite hocalarımız kurşunlanıyordu.Acıları ve sevinçleri bir arada yaşıyorduk.Ben çalgıcılardan “Yemen Türküsü”nü çalmalarını istedim, ne tuhaf!

Mızıka çalınır düğün mü sandın
Al, yeşil bayrağı gelin mi sandın
Yemen’e gideni gelir mi sandın… 

Gerçekten de birer birer gidenler bir daha geri gelmiyordu.Ozan Dadaloğlu yeni öldürülmüştü.Gelip zili çalmışlar, kapıyı açan küçük kardeşine “Biz Ozan’ın arkadaşlarıyız, çağırır mısın?” demişler; odadan çıkan Ozan’ ı evin içinde öldürerek gitmişlerdi.Yoksa, o düğünde mızıka türküsü istemenin ne alemi vardı… 

O yıllarda ikimiz de Ankara’da yaşıyorduk.Anımsıyor musun; Seyranbağları’nda, Halkevi`ni biraz geçtikten sonra, dik  yamacın üzerinde, berbat bir gecekonduda kalıyorduk.Bir Belediye zabıtasına ait gecekonduydu. Bir kız, bir erkek arkadaş, “yakında evleneceğiniz” numarasıyla  tutmuş, sonradan evi öğrenci yurduna çevirmiştik.Adam,bizi çıkarabilmek için her ay kiraya zam yapmaya çalışıyordu.Zabıta olmanın olanaklarını kullanan adamın, dere boyunca inci taneleri gibi sıralanmış üç beş gecekondusu daha vardı.Bu bahaneyle kiraya zam yapmasını kabul etmiyorduk.Üç odalı bekâr evimizde altı-yedi kişi barınıyorduk. Selim, sen ve ben aynı odada uyuyorduk. Ben,  siyasetin yayın organında çalışıyordum.Gece yarılarına dek büroda yazılar yazıyor,Türkiye’yi kurtarma projeleri üretiyordum.Geç saatlerde eve yorgun dönüyordun.Geldiğimde sen halâ kitap okuyor oluyordun. Kısaca en son günlük gelişmeleri sorduktan sonra, yine önündeki kitaba dalıyor, küçücük kağıtlara notlar alıyordun. Ders mi çalışıyordun, kitap mı okuyordun anlamıyordum.Seni,  rahlenin başında, Kuran ezberlemeye çalışan bir Kuran kursu öğrencisine benzetirdim, gülerdin…

Ekonomik olarak çoğu iyi halli aile çocuğu arkadaşlarımıza karşın, sen taşradan gelmiş, az sayıdaki  dar gelirli aile çocuklarından biriydin. Bilmiyorum, belki de o yüzden belleğimde bu denli iz bıraktın… Bir de,Adana’lı hemşehrim olduğun için…
 
Bizim Muhammet’i anımsıyor musun?  Siyasal’ı bitirdikten sonra kaymakamlık sınavını da kazanmış, Adana’nın Bahçe İlçesi’ne Kaymakam olarak atandığında birlikte ziyaretine gitmiştik.Muhammet, o görevde fazla  barınamamış,hakkındaki MİT raporu nedeniyle önce Sinop’a atanmış, sonra da işine son verilmişti. Sivas,”Divrik’ liydi.Eline sazı aldı mı Çamşıkı yöresinin türkülerini ne de güzel  söylerdi. Beni de zorlar,  o yıllarda derlediğim “aman!”ı bol Arguvan türküleri söyletirdi:
 
Saçların ağarmış bir hal olmuşsun
Gel hele de gülüm, gel hele
Gören der ki yüz yıl evvel doğmuşsun
Gel hele de gülüm- gülüm gel hele…
    
Öğrencilik yıllarımızda, Muhammet’e  “Küçük Lenin” adını takmıştım.Öyle, onun gibi hareketli, ateşli konuşurdu.Kısa boylu, esmer, yüz hatları kemikli, çenesi de onun gibi biraz öne doğruydu.O günlerde bağlı olduğumuz grup, küçük bir siyasi partiyi ele geçirmeye çalışıyordu.İşe gençlik kollarından başlamış, orayı ele geçirmeyi başarmıştık.Muhammet’le ben  genel merkez gençlik kollarında görev yapıyorduk…

***

İşte, siyasi hareket içindeki ilk  aşkım, ilk göz ağrım  G’ yi, o  partide   tanımıştım…

Seyranbağları Lisesi’ni yeni bitirmiş, parti toplantılarına sürekli gelip giden bir Alevi kızıydı. Seyranbağları’ndan  Gaziosmanpaşa’ya doğru,derenin içinde, tek katlı,geniş bahçeli bir gecekonduları vardı.

G. partiyle bağlarını iyice güçlendirdikten sonra beni evlerine, babasıyla tanışmaya davete etti.Böylesi ev ziyaretleri doğal sayılıyordu.Parti adına gecekondulara, ev ziyaretlerine gidiyor, ülkeyi nasıl kurtaracağımıza ilişkin engin görüşlerimizi anlatıyorduk. G’nin, ısrarlı ev davetlerini, işlerimin çokluğunu bahane ederek geçiştiriyordum.O günlerde, bu tür ısrarlı davetlerin başka bir nedeninin de olabileceğini anlayamayacak kadar toydum, aklım havalardaydı.Bu ilgili sezinleyen Muhammet beni uyardığında yine işi ağırdan aldım. Partide çok ciddi bir görev yaptığıma inanıyordum ve benim için “görev aşktan üstün” dü.Bir yıl kadar sonra ayaklarım yere değerek aklım başıma geldiğinde ise iş işten geçmiş, treni kaçırmıştım. Benden ne köy, ne kasaba olamayacağını anlayan G., gidip gönlünü bir tiyatrocuya bağlamıştı. Bor’un pazarı iyice geçtikten sonra, bu kez koşturan ben oldum.Artık iki üç günde bir evlerine gidiyor, kaleyi içerden fethetmenin yollarını arıyordum.Babası da ne iyi bir insandı. Beni de ne çok severdi.Adamcağızın da  benden yana tavır alarak kızını etkilemeye çalıştığını sezinliyordum.Tiyatrodan söz açıldığında tepki gösteriyordu, “O ne öyle, soytarılıktan başka bir şey değil” diyordu.Bu sözlerin ne amaçla söylendiğini anlıyor, tiyatronun böyle ayaklar altına alınmasına aldırmıyordum. Elimden tutarak   beni bahçeye götürüyor, gecekondusunun yanındaki boşluğu göstererek:”Bak, buraya  bir ev daha yapacağım, çocuklarımın  benden fazla uzakta oturmalarını istemiyorum” diyordu.Evleri çok genişti, yeni bir eve gereksinmesi yoktu.Bunu ne amaçla söylediğini anlıyordum…

Kalabalık bir gurup halinde Aşık Veysel’in Köyüne(Sivrialan) bir  düğüne gittiğimizde G de aramızdaydı, anımsıyor musun?Aşık Veysel’in mezarının başında toplu resimlerinizi çekmiştim.O düğün ortamında bile G’yi etkilemeye çalışıyordum. Ama, G. verdiği “ikrar”dan dönmüyordu…

Sonunda G, o tiyatrocuyla evlendi,çocukları oldu.Yıllar içinde onun da izini kaybettim.En son,  Almanya’ya gittiklerini,orada boşandıklarını duydum…

***

Şimdi, seninle aynı şehirde yaşayan E de aşklarımdan biriydi…

Buna “aşk” demek ne denli doğru bilmiyorum.Biz, gerçek anlamda  aşkı hiç yaşamadık ki…Aşklarımız, yüreklerimizde hep tutsak kaldı, onu sevdiklerimize hiç haykıramadık.Onlar bizim “devrimci bacılarımız” dı. Birlikte afiş asar, kavgalara girer, hatta ölürdük, ama aşkımızı ilan edemezdik.Böyle yaklaşımlar küçük burjuva eğilimi ve yozlaşma belirtisi sayılırdı. Eğer niyetimiz çok ciddi ise, öyle gezmeye, tozmaya fırsat bırakmadan şappadak evlenme teklif eder, ancak örgüt büyüklerimizin onayını aldıktan sonra evlenebilirdik. Bu evlilikler, örgütsel ilişkilerimizi etkilememeli, ona ayakbağı olmamalı,bizi mücadelemizden geri bırakmamalıydı. Çocuk  yapmak ise bir devrimci için düşünülemeyecek bir şeydi. Çocuk yapmak, artık mücadeleden uzaklaşmak,bu işlerden elimizi, eteğimizi çekeceğimiz anlamına gelirdi.

Bize ayak bağı olacağını sandığımız  aşk bizden  uzaktı. Onu yüreğimizin zindanlarında zincire vurmuştuk…Bizim 78 kuşağı aşkı doğru dürüst tanıyamadı.Gerçek anlamda aşklarımız olmadı.Atilla İlhan’ın “Ne kadınlar sevdim/ Zaten yoktular” dizeleri bize daha çok uyar…

Bastırılmış, çoğu kez de platonik kalmış duygularımızın adına“aşk” derdik. Sevdiklerimizle hiç sinemaya gidememiştik.El ele tutuşarak parklarda yürüyememiştik.Aşk, bizim için Cengiz Aymatov’un  hüzünlü romanlarındaki bir düş dünyasıydı…

Nazım Hikmet’in pervasızca yaşadığı aşklara imrenirdik.

Bu konularda, 68 kuşağı bile bizden daha ileriydi.

Biz, 78’liler, yitik bir kuşaktık. Kendimizi cenderelere hapsetmiştik.Ne aşkı yaşabildik, ne devirimi…
 
Gün Zileli’nin yazdığı, 68 ve 78 kuşaklarını bir arada anlatan iki kitabını da  satır satır okurken, özellikle yaşadığı aşklarını gizlemeden anlatması  karşısında zaman zaman şaşırıp kaldım. Bizim kuşak bu konularda, pirimiz, üstadımız Gün Zileli’nin eline su bile dökemez…
 
Reis Çelik’in, Deniz Gezmiş’leri, Sinan Cemgil’leri  anlatan “Elveda Yarın” filmi de, yer yer kızlı, erkekli duygusal sahnelerle örülü…Ne oldu da Türkiye’de sol, zamanla kendi içinde, özellikle duygusal konularda  böyle tutuculaştı, güdükleşti? Bu sorunun yanıtı bende yok.Ezberlerimizden, söylemlerimizden geriye belki bir şeyler kaldı ama, aşk adına, sevgi adına elimizde, avucumuzda kalan biraz kül, biraz duman…

Bir yanlarımız hep eğreti kaldı. Duygusal dünyalarımızda  büyük anaforlar, uçurumlar oluştu.Aşkı, sevgiyi tanımadan, el yordamıyla, örgüt kararlarıyla ve adeta “görücü usulüyle”yapılan  evliliklerin çoğu  hüsranla sonuçlandı….

***

Bütün bunlara karşın, ben kendi adıma o geçmişten herhangi bir pişmanlık duymuyorum.Peşinden koştuklarımız,gerçekleşemeyecek bir düş de olsa,o yılların sıcaklığını yüreğimde taşıyorum.Biz devrimi çok sevmiştik. İrfan Yalçın’ın, “Genelevde Yas” romanındaki kahramanı, yaşamının mutlu bir kesitini anlatırken “Ömrümün balıydı o yıllar” diyor.Benim için de o yıllar, gerçekten  güzel yıllardı.Bütün acılarına karşın,elimizde, avucumuzda arkadaşlık, dostluk adına ne varsa o yıllardan kalma.Ondan sonra, bir daha da taş üzerine taş koyamadık, kalıcı dostluklar, arkadaşlıklar edinemedik….

Geçmişimizle birlikte güzel ideallerimizi, geleceğimizi de yok ettiler.

O günlere bir daha geri dönmenin mümkün olmadığını biliyorum.O  günler,  bir daha hiç gelmeyecek,hiç yaşanmayacak. Ne acı!…

Yaşar Kemal, bir devrin tükenişini, yok oluşunu  anlatırken şöyle diyor:

 “O güzel insanlar, güzel atlarına binerek çekip gittiler.Bir daha da hiç geri dönmediler..”


____________

* Daha önce ilk bölümü yayımlanan “Bizim Hüzünlü Aşklarımız” başlıklı yazının ikinci bölümü…

646180cookie-checkİSVEÇ’TEN… Bizim hüzünlü aşklarımız (II)*

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.