İSVEÇ’TEN… M.Ali Aybar ve Nazım Hikmet

İstanbul Bilgi Üniversitesi, geçen hafta sonunda Türkiye Solu’nun önde gelen isimlerinden  Mehmet Ali Aybar’ın anısına bir toplantı düzenledi.Bu bağlamda biz de,bir kez daha 68’li, 70’li, 80’li yıllara gittik,geldik…

O yıllarda, sosyalizm  bize hep “asık suratlı” olarak öğretildi.Kaşlarını en sert çatan lider, en has sosyalistti.

Moskova’ya yağmur yağdığında şemsiyelerimizi açar; Enver Hoca nezle olduğunda hapşururduk. Mao, “Acı biber yiyemeyen iyi komünist olamaz” dediği için, acı biber yemekten dilimiz,dudağımız şişerdi.

Bizim, “Tatlı su sosyalisti” diyerek küçümsediğimiz Mehmet Ali Aybar ise o yıllarda “Güler yüzlü Türkiye sosyalizmi” ni savunuyordu.Sosyalizmi, tarlalarda, fabrikalarda söylenen bir coşkulu bir halk şarkısı gibi algılıyordu.Sosyalizmi özünden saptıran şiddete,despotizme, “Politbüro  ağalığı” na karşı çıkıyordu.

Fırsatını bulduğunda sosyalist değerleri üç kuruşa satan döneklerin kol gezdiği  o yıllarda, Aybar,aristokrat bir aile yapısından gelmesine karşın sosyalist değerleri savunuyordu. Zengin, aristokrat sınıf kökenini terk ederek işçilerin, emekçilerin safına geçmişti. Can Yücel, Deniz Gezmiş için yazdığı bir şiirde:

“En uzun koşusuysa elbet Türkiye’de devrim/
O, onun en güzel yüz metresini koştu” der.

Mehmet Ali Aybar da gerçek bir maraton koşucusuydu.Gençliğinde, maraton yarışlarına katılmış, dereceler, madalyalar almıştı.O, o uzun soluklu koşusunu sosyalizm kulvarında da yılmadan, yorulmadan sürdürdü.

Türkiye’de “sol”, sadece onun liderliğindeki Türkiye İşçi Partisi yıllarında kitleselleşebildi,parlamentoya  taşınabildi, Meclis’te gurup kurabildi.Sol’un en güçlü ve birlik olduğu dönem de onun liderlik yıllarına rastlar.Aybar’ın, TİP ‘ten  uzaklaştırılmasından sonra sol parçalandı, bölündü, bir daha da iflah olmadı…

Bir yazı dizisi için gittiğim Bebek’teki ,deniz görünümlü,babadan kalma evinin balkonunda bana inandığı   sosyalizmi anlatırken gözleri buğulanıyordu.Yıllarca, titizlikle sakladığı belgeleri didik didik ederek Türkiye İşçi Partisi Tarihi’ni yazıyordu.

Daha sonra, kalp krizi geçirdiğinde, Milliyet muhabiri olarak hastanede ziyaretine gittiğimde, doktorların yasak kararına karşın, o elinde kalem kağıt, Türkiye İşçi Partisi Tarihi’nin ikinci cildini bitirmeye çalışıyordu; “Fazla zamanım yok, sosyalizmi göremeden öleceğim…”  diyordu. O günlerde, Aybar’ın sosyalizmi görebilmesi için daha kaç yıl yaşaması gerektiğini düşünmüştüm…

Şimdi anlıyorum ki,Aybar, ölmeseydi,sol adına kimilerinin AB’nin eteğine yapıştığı,kimilerinin de  “milliyetçilik” yarışına girdiği bu günleri de görecek, sosyalizmi görememenin hüznünü daha uzun yıllar yaşayacaktı….

***

“BEN DENİZ KIZI EFTALYA DEĞİLİM” DİYEN NAZIM

Daınıştay,Nazım Hikmet’in vatandaşlıktan çıkarılma karanının iptali için açılan davayı esastan görüşmeye karar vermiş. Bugünlerde, Aybar ve Nazım Hikmet haberlerinin yan yana gelmesi de ilginç bir rastlantı.Sanırım, Nazım’ın, Mehmet Ali Aybar veya yazar Refik Erduran’la bir akrabalık bağı da var…

Tarihçiler, Mustafa Kemal’in önemli  kararlarını  masa başında değil de  “muhabbet” sofralarında tartışarak aldığını yazar.Masanın bir köşesinde rakı, başka bir köşesinde de  mevsimine göre Müzeyyen Senar, Safiye Ayla ya da Deniz Kızı Eftalya yer alır. O günlerde sohbet masasının  müdavim konuğu Deniz Kızı Eftalya’dır.Yine bir akşam toplantı halindeyken Mustafa Kemal, birden, “Bana Nazım Hikmet’i bulup getirin, masamda şiir okusun!” der.Herkes birbirinin gözüne bakar.Çaresiz, Nazım’ın bulunup getirilmesi için Emniyet Müdürlüğü’ne emir verilir.

Polisler, gece yarısına doğru Nazım’ın kapısını çalarlar.Nazım, hapisten yeni çıkmıştır, ama her an yeniden içeri girmeyi beklediği  için valizi  hazırdır.Gelenlerin polis olduğunu anlayınca evdekilerle helalleşir, paltosunu giyer, elinde valizle kapıyı açar:

Polis Müdürü:
-Nazım, bu kez seni  hapse götürmeye gelmedik,valizin kalsın, seni, Ata’nın huzurunda şiir okumaya götürüyoruz!

Nazım geriye doğru çekilir.Polis Müdürü’ne:
– Gidin,Ata’ya benden selam söyleyin, ben her akşam masasında şarkı söyleyen Deniz Kızı Eftalya değilim, der ve kapıyı kapatır.
Polisler  geri döner,Nazım Hikmet’in gelmediğini bildirirler.

Mustafa Kemal kızmaz,öfkelenmez;masanın etrafında bulunanlara:
Nazım Hikmet’i önce asmalı, sonra da ardından ağlamalı! der…

***

Nazım Hikmet’i Nazım Hikmet yapan, şiirleriyle birlikte bu baş eğmeyen güçlü ve onurlu duruşudur.

Başbakan’ın uçağına yamanmak, yakınlarındaki fotoğraf karelerine girebilmek için  birbirlerine kıç atan yalaka gazetecilerin  kol gezdiği günümüzde,Nazım Hikmet’in  bu onurlu tavrı bizlere örnek olmalıdır…

646150cookie-checkİSVEÇ’TEN… M.Ali Aybar ve Nazım Hikmet

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.