Taktığın yakın gözlüğü mü, at gözlüğü mü?

Yazıdan önce çizgi vardı. Tarih öncesi insanı ne yaşadıysa çizgiye döktü. Sesler vardı belki ama harfler, cümleler daha ufukta belirmezken çizgi vardı, grafiğin ataları duvarlara kazındı. Yazının atası hiyeroglif bile, çizgiydi. Yazı okumadan çizgi okudu insanlar, öyleyse çizgi her zaman okunabildi demek oluyor. Hangi dilde olursa olsun çizgiyi, yazısı olmayan karikatürü Çinlisi de aynı okur Malezyalısı da, Türk’ü de Amerikalısı da… Sadece çizgi evrenseli konuşsun yeter…


Çizginin portföyü çok geniş, bilimleri de barındırıyor içinde, edebiyatı da, mizahı, ironiyi, hoşgörüyü ama hepsinden önemlisi felsefeyi de barındırıyor.


Karikatürün felsefesi var mı? Felsefi karikatür var mı peki?


Karikatürün iç dinamiği felsefik zaten, eşyanın tabiatına aykırı başka bir yerlerinde felsefe aramak karikatürün.


İnsan yaşamı iki varlık alanı arasında geçiyor, biri maddesel diğeri duygusal. Cisimsel dünya ile hislerini büyüttüğü tasarımsal dünya arasında duyusal geçitleri geçerken karikatürcü, labirentlerini çizginin sözleriyle aşıyor. Çizgiyi yaşıyor, çizgi onu yaşatıyor. Çizgi ile çizer arasında karşılıklı menfaate dayalı bir duyu alışverişi oluyor. Kendini, patlayan dışavurumlarını çiziyor karikatürcü sanat yapıyor, yapılan sanat tek başına kalmıyor düşünsel bir felsefe geliştiriyor. Felsefe sanatçıya duyu olarak geri dönüyor.


Öfke, hataya karşı hissediliyor ve hatta öfke hayatın ta kendisine karşı hissediliyor. Yalanlarıyla, dolanlarıyla, adaletsizlikleriyle, insanın çürümüş yanıyla hayat, öfkeyi de mutluluklarıyla sevgiyi de hak ediyor. Kusur öfkeyi doğuruyorsa eğer, öfke de yergiyi, hicvi tetikliyor. Yergi kesin bir dille saldırarak kusuru gözler önüne seriyor. Direkt saldırının dışında kalan, espri, mizah dili, taşlama, komedi yergiye birer ölçü katılınca, hamuru çizgiyle yoğrulunca, tadından yenmeyen bir lezzet çıkıyor ortaya, “Karikatür”. Karikatür, her bir kusura özel kompozisyon kuruyor ve kendine özgü çizgisini yakalıyor. İnsana ve doğasına özel sirk meydanı gibi… Dev aynalarında yaşam sirkinin, karikatür, insanı cüce de yapıyor dev de… Hayatı yaşanılası da hissettiriyor, düzeltilesi ya da terk edilesi de…


Nasıl zamanda yaşıyoruz, sormayın gitsin. Herkesin bir felsefesi var, adamına göre çeşit çeşit renk renk felsefeler gelişiyor, ebem kuşağı gibi. Yaşamın da felsefesini çıkardılar, otun da yokun da…Gelen de felsefesini yapıyor işin giden de arada duraklayan da… Yanlış anlamlarda kullanılıyor felsefe, göz göre göre bilgisiz ellerde, cahil dillerde içi boşalıyor.
Karikatürcünün gözleri çizgilerinde görüyor. Her şeye çizgi perspektifinden bakıyor, dünyayı çizgiliyor, karalıyor. Fırça atıyor, boyuyor tarama yapıyor.


Felsefe, bilgiye aç insanın bilgeliğe sevgisi bilgelik çizgisine öykünmesi diyebilirsek eğer,filozof kişinin de , inançları, bilgileri, görüşleri irdelemesi, eleştirmesi, gerçeği araması, yaşamı çözmeye çalışması kadar doğal bir şey olamaz.


Karikatürcü felsefi düşünceye en yakın sanatçı olmalı aslında. Felsefe yapmaktan kaçınan bir karikatürcü kendi kısır döngüsüne sıkışıp kalıyor. Dünya-ben, ben-dünya… Peki ya evren?


Perspektif çok önemli çizerin kafasında, vizyon önemli.. Taktığı yakın gözlüğü mü, at gözlüğü mü o önemli. Karikatürcünün gözü çizgisi o da felsefesi demek. Çizgi de değişir adamına göre felsefe de. Algılama da değişir, dillendirme de…


Her şey değişir bu ülkede, filozofluk ta, oblomovluk ta…Adamına göre…


 

680890cookie-checkTaktığın yakın gözlüğü mü, at gözlüğü mü?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.