Tehlikeli iktidar anlayışı

İktidar anlayışı, bizzat “iktidar” kavramında gizli olarak, maalesef, salt erk anlayışı olarak algılanmaktadır. Bu anlayış tümüyle yanlış olmamakla beraber, katı anlaşılması durumunda toplumları çok büyük sorunlara gebe bırakabilir. Ben, içinden geçtiğimiz sıkıntılı dönemde böylesi bir patoloji ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.
Daha ileri gitmeden şu noktayı açıklığa kavuşturmamız gerekir ki, iktidar mevkiinde kim ya da hangi siyasal örgüt olursa olsun, şunun idraki içinde olmalıdır ki, kendisi ya da örgütü o mevkinin asıl sahibi olmayıp, o mevkide bir tür emanetçi konumundadır. Hukukî açıdan, demokrasilerde yöneticiler emaneten yönetim yaparlar; zira ve mal mülkün sahibi ulustur; siyasîler ulusun vermiş olduğu kısa dönemli vekalet izni ile mal ve mülkü yönetirler. Tüm siyasal erk sahipleri, teoride temsilî demokrasi adı verilen bu uygulamayı bir ahlak düsturu olarak içlerine sindirmek zorundadır!
Hal böyle olunca, iktidarı her şeyi değiştirme mevki ve makamı olarak, hatta kendi çıkardığı yasalar ya da anayasa değişikliği ile sistemi yerinden oynatma makamı olarak görmek fevkalade yanlış ve demokrasiye uymayan bir davranıştır. Bu ifade, ilk bakışta fevkalade yaygın ve bilinen bir söylem olarak görülebilir. Doğru, ancak benim burada kastettiğim, iktidar gücünün halkın genelinden kaçırarak kendisini yapmaya yetkili gördüğü işlerdir. Varolan siyasal erkin uygulamayı uygun gördüğü bu tür politikalardan burada sadece ikisinden söz edeceğim.
Birinci konu, iktidarın iftiharla sözünü ettiği, kamu kesiminin dış borçlarının azalıyor olduğu iddiasıdır. Bu iddia doğrudur; gerçekten de kamu kesiminin dış borçları iftihar edilecek düzeyde geriliyor, buna karşın kamu kesiminin iç borçları ise yükseliyor. Bu dönüşümü basit bir borç serüveni olarak görmek yanlıştır. Şöyle ki, dış borçların ya da IMF’ye olan borçların faizi genellikle iç borçlardan daha düşüktür. Bunun anlamı şudur ki, kamu kesimi parasal gereksinimini daha yüksek faiz yükü altına girerek karşılamaktadır. Denebilir ki, iyi de, bütçeden ödenen faiz yurt dışına gitmemekte, iç ekonomide kalmaktadır. İşte, işin püf noktası da burasıdır! Zira, özel finansörler dış dünyadan aldıkları ucuz krediyi yüksek faizle devlete vererek, yüksek iç faizle düşük dış faiz arasındaki farkı, hiçbir riske ve külfete katlanmadan kazanç olarak elde ederken, dışarıdan aldıkları para için dış dünyaya faiz aktarımnı yapar.
Görülüyor ki, her iki durumda da dış dünyaya bir faiz ödenmektedir. Eğer kamu kesimi dış dünyadan borç almış olsa idi, kamu eliyle dış aleme transfer yapılacak iken, ikinci durumda dış dünyaya yine aynı miktarda transfer bu kez özel sektör eli yapılırken, bu esnada bazı kimseler, belki de yandaşlar, havadan para kazanmaktadır. Başka bir deyişle, bizim vergilerimiz, bu süreçle, havadan kazanç olarak birilerinin cebine girmektedir. İktidarda olan siyasal erk, salt iktidar olması nedeniyle, bu süreci işleterek, bazı kişilerin ya da kurumların haksız kazanç elde etmelerine olanak sağlamaya, siyasî ve ahlakî açıdan yetkili olamaz!
Buradan, kesin kanıtlanamamakla birlikte, bu işleyiş ile bağlantılı olabileceği düşünülen ikinci konuya geçelim. Geçen hafta Merkez Bankası, tüm beklentilerin hatta bizzat Merkez Bankası Başkanı’nın ara ara söylemiş olduklarının aksine, görünürde basit bir faiz operasyonu yaptı. Ancak, bu operasyonun neticesinde faiz haddi yükseldi. Bu durumda, elinde Hazine kâğıdı bulunanlar zarar eder, yeni dönemde kamuya borç verme durumunda olanlar ise avantajlı konuma geçer. Ancak, değer yitiren Hazine kâğıtlarını piyasadan toplayan Hazine, ilk andaki avantajını, bir dönem sonra yeni borçlanmada karşı karşıya kalacağı yüksek faizle kaybetmiş olacaktır. Bu durum, iç borçlarda borçlular arasında kayma yapmaya çalışan siyasal otorite, bu işin maliyetini yüksek faiz yükü olarak vergi yükümlüleri üzerine yıkmaktadır.
Merkez Bankası’nın son faiz indirimi, seçime doğru gidilirken, her konuda olduğu gibi, faiz konusunda da cesur adım atıldığı görüntüsü oluşturmak için yapılmış olabilir. Nitekim, Arap ülkelerinin altı üstüne getirilerek, petrol dolarlarının İslâm kardeşliği ve İsrail çıkışı ile sağlandığı düşünülen görüntü altında ekonomiye akışı sağlanarak, döviz yükselişinin engelleneceği düşüncesi ile faiz indirimine gidilmiş olması da ihtimal içindedir. Ama, bu operasyonun yükü de vergi ödeyicilerin üzerinde olacaktır. Bu bir güç gösterisidir! Bu uygulamayı şöyle bir senaryo ile de yorumlayabiliriz. Merkez Bankası’nın faiz operasyonu döviz yükselişine neden olurken, dış dünyaya borcu olan büyük sanayicileri, yâni TÜSİAD üyelerini de hoplatabilir. Verilen mesaj ne olabilir: Sizin şah damarınız elimdedir, seçimleri bu şekilde düşünün ve her an “bertaraf” olabileceğinizi aklınıza koyun!
Aslında faiz indirimi olumlu bir gelişmedir. Zira, yüksek faizin ekonomiyi sürüklediği değerli para sarmalı dış ticaret dengesini olumsuz etkileyerek sinsi sinsi dış yükümlülüğü yükseltmektedir. Ne var ki, faizin gerilediği ya da geriletildiği zamanlarda kısa vadeli işlemlere yönelinir ve uzun vadeli işleme girmiş olanlar zarar eder. Bu nedenle, bu tür politikaları bir güç gösterisine dönüştürmeden, taraflarla işbirliği ve anlaşma yoluyla yapmak daha makul olur. Belki de yönetişim denen kavram ve uygulamanın en fazla geçerli olduğu alan buralar olsa gerek!

1595570cookie-checkTehlikeli iktidar anlayışı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.