Geçenlerde bir hemşerinin cafê’sinde epeydir görmediğim hemşerim Halis Uğuz ile karşılaştım. Uğuz bizim toplumun son yarım yüzyılın yakın tanıklarından. 1936’da Akşehir’in Gürnes köyünde doğmuş ve 1971 Ocak ayında da Londra’ya permit ile gelmiş.
Hikayesinin sosyolojik değeri olduğu için sizinle paylaşmak istiyorum. Uğuz’un bu ülkeye ilişkin sözleri ise hepimiz için geçerli sanırım… Lafı uzatmadan başlayayım o zaman…
Halis Uğuz İngiltere’ye geldiği Ocak 1971’den 1974’e kadar Wimpy’lerde işçilik yapar. Uğuz, “Daha fazla ücret ve hak için greve gittik. Grev sonrası Ali Usta 115 Wimpy şubesini kapatmak zorunda kaldı. Grevde belki kazandık ama toplumun bu ülkeye göç etmesi ve iş sahibi olmasına destek olan işyerlerini de kaybettik. Yıllar sonra geriye baktığımızda kaybettiğimiz çok daha büyük olduğunu düşünüyorum” diyor.
“O zamanlar ayaküstü yiyecek çok popüler olmuştu. İçerisi her zaman dolu oluyordu. Üç müşteri çıktığında dışarıda bekleyen üçü içeri girebiliyordu” diyen Uğuz Wimpy’deki iş koşullarını da şöyle anlatıyor:
“Çok hızlı tempoda çalışıyorduk. Uzun saatlerde işyerinde kalıyorduk. Piyasaya göre iyi para alıyorduk. Ben 16 sterlin haftalıkla başlamıştım, 4 yıl sonra 25 sterline yükseldi. Tekstilde çalışan hemşerilerim 9 sterlin haftalık alabiliyordu.”
Uğuz, çalışanları da şöyle aktarıyor:
“Başka ülkelerden de işçiler vardı tabii. Türkiyeli çalışanların çoğu büyük kent görmeden Londra’ya gelmiş, cahil insanlardı. Müşteriye çok kaba davranıyordu. Bağırarak konuşuyor, çok da sık kavga ediyorlardı. Temiz değillerdi ve çoğu da işi çok geç kavrıyordu. İşyerinde çalışanların hırsızlığı da çok yaygındı. Bir keresinde Ali Usta hırsız çalışanlara kızmış, ‘İnsaf edin yahu! Hanginizin evinde çatalımız tabağımız yok! Yeter artık!’ demişti.”
PERMİT’İ AKŞEHİR PAZARINDA SATIN ALDIM
Uğuz, memleketi Akşehir’in Gürnes köyünde 1970’lerde “permit” satan Erbil isimli bir Kıbrıslı’dan 1000 Tl karşılığında permit satın aldığını belirterek, “Erbil’in organizasyonuyla Ocak 1971’de 9 arkadaş minibüsle Belçiak Brüksel’e geldik. Sonra üçer kişi trenle Londra Victoria’ya getirildik. İlk birkaç gün yazıhane denilen bir ofiste kaldık sonra Erbil bizi işyerlerine dağıttı ve işçilerin kaldığı evlere de yerleştirdi. Ben de ilk olarak Wimpy’de bulaşıkçı olarak işe başladım. Biraz İngilizce öğrenince garsonluğa geçtim. Menajerlik teklif edildi ama ‘İngilizcem yetmez diye’ kabul etmedim. Ancak 9 yıl sonra eşim ve 18 yaşın altında olan çocukları Londra’ya getirebildim” diye konuşuyor.
Sorumuz üzerine Londra’ya göçmekten memnun olmadığını söyleyen Uğuz, “Biz farkında olmadan çok güzel bir ülkeye gelmişiz. Özgürlüğü, teknolojisi, sanat ve kültürü çok zengin olan bir ülkeye… Biz bunlardan hiç yararlanamadık. Türkiye’deki gibi çalıştık, Türkiye’deki gibi yaşadık. Bu nedenle ‘Hani gelmeseydik de olurdu’ diye düşünüyorum. İkinci kuşak pek olmasa da üçüncü kuşak bu ülkenin fırsatlarından yararlanmaya başladı sanırım” diye devam ediyor.
Okul yüzü görmeyen, hayatı boyunca işçilik yapan Halis Uğuz’un sözleri beni etkiledi doğrusu.
İçinde yaşadığımız bu ülkenin farkında olmalıyız ki çocuklara da yol gösterebilelim. Türkiye’de gibi yaşayan, hatta abartan toplum üyelerine de Uğuz’un tavsiyesine kulak vermelerini öneririm.
Sen çok yaşa emi Halis Uğuz…