Bir gazeteci savaşa, şiddete, ayrımcılığa, ırkçılığa, küreselleşmeye ve her türlü sömürüye karşı olmalıdır. Topluluklar ve uluslar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınmalı. Barışı, ulusların ve halkların kardeşliğini ve eşitliğini savunmalı.
Bir kaç haftadır İstanbul’da aile ziyaretindeyim. Haliyle televizyonla da yakın mesaiyi artırdık. Siyasileri es geçiyorum ama habercilerin yorumları da tüyleri dikenleştiren cinsten. Çoğu, devletin ‘terörist’ tanımını ballandıra ballandıra kullanmayı seviyor. Örnegin sanki muhabir olayların ortasındaymış “şu kadar terörist saldırdı, şu kadar sivil vuruldu” diye haber yazabiliyor. Oysa “falanca valinin açıklaması şöyle” deyip açıklamayı tırnak içinde verse okurunu manipule etmeyecek.
Basının hoşlandığı, devlet tanımlarından bir diğeri de ‘şehit’… Allah yolunda canını feda eden bir Müslümana şehit denilir. Şehitlik, İslâm’da en büyük mertebe sayılıyor… Bu tanım günümüzde devlet için ölene de kullanılıyor. Ne yazık ki kirli savaşları çıkaran siyasiler bu tanımla halkın duygu ve inançlarını da kötüye kullanıyorlar. Bir çatışmada yaşamını yitiren polisin acılı babası “vatan sağolsun” derken, bu kutsallaştırılan kelimeyle, karşı tarafta ölenin de vatan sevdalısı hatta Müslüman olduğu gölgeleniyor.
Türkiye’de toplumu yönlendiren haberci ve gazetecilerin şiddet dilini konuşmaları da çok dikkat çekici. Özellikle iktidar yanlısı medya savaşı haklı kılacak yayın yapması çocuklarda travma yaratacak cinsten… Kendisinden farklı düşünenlere kendisini ifade etme hatta yaşam hakkı vermeyen, hakaret dolu ırkçı ve faşist siyasi demeçlere hak veren yayınlar ürkütücü.
Türkiye’de bir başka dikkatimi çeken de o şiddet dilini kullananların metafiziğe de prim vermeleri… Örneğin haberlerde ‘Şansı yaver gitti’, ‘Allah korudu’, ‘Şeytana uydu’ gibi gazetecilik etiğine ve profesyonelliğe uymayan kişisel inanç dili çekinmeden kullanılıyor…
Türkiye basının bir diğer özelliği de bütün dünyayı Türkiye sanmaları sanırım. Dış haber denilince de dış dünyanın Türkiye’ye bakışı anlaşılıyor. Garip ama burnumuzun dibindeki Afrika’da nedense hiç olay olmuyor.
Gecenin gündüzü gibi herşey zıttını da yaratıyor. Türkiye’de savaş isteyenlere karşı “barış” isteyenler de örgütleniyor… Örneğin ‘Suriye’de savaşa son, Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesine hayır’ demek için bir araya gelen Barış Bloğu…
Türkiye’de Barış Gazeteciliği’nin akademik alanda önde gelen duayen isimlerinden Prof.Dr. Süleyman İrvan, Türkiye’de zor olsa da “barış gazeteciliği” yapılabileceğini söylüyor.
“Türkiye’de barış gazeteciliği yapılamaz diye bir şey yok. Yapılmıyorsa nedenlere bakmak lazım” diyen İrvan, “Barış yapmak nasıl zorsa, barış gazeteciliği yapmak da zordur” diyor.
İrvan barıştan yana gazetecilere de şu mesajı veriyor:
“Türkiye’de barış gazeteciliği perspektifinden medya eleştirisinin yeterince yapılmadığını düşünüyorum. Birkaç yıl önce Diyarbakır’da yapılan bir toplantıda, barış gazetecileri derneği kurulmalı demiştim. Eğer kurulabilseydi, belki bugün barış gazeteciliği kriterleri üzerinden medyadaki haberleri değerlendiren raporlar da hazırlayabilirdi, tıpkı Hrant Dink Vakfı’nın hazırladığı medyada nefret söylemi raporları gibi. Neden olmasın?”