Emek fetişizmi…

Bugün ise talepler farklı… Daha fazla ücret, daha fazla tatil, erken emeklilik hakkı…

Ama çalışmama hakkı kimsenin gündeminde yok gibi!

Çünkü sistem, kendisini korkular ile var eder ve yaşatır. İşsiz kalma korkusu, işsizliğe bağlı aç kalma korkusu, evsiz kalma korkusu, hastayken bakılamama korkusu, emeklilikte ne olacağı korkusu…

Zulmün en büyüğü budur. İnsanlara ömür boyu çalışmasını gerektirecek değerleri dayatmak, ardından o değerlere uygun standartlarda yaşaması için korkuyla güderek, sisteme daimi hizmetini sağlamak…

Bugün 1 Mayıs, bu korku ile güdülüyor.

Uygarlık denen sistemde, tüm insanlar eşitsiz doğarlar. Bu salt kapitalizme özgü bir özellik değildir; miras hukukunu tanıyan bütün toplumsal sistemlerin bir özelliğidir.

“Kapitalizm”, spekülatif kazanç ile var olur. Kapitalizm spekülatifi “meşru” kılmak ve inandırmak için insanların sahip olma güdülerini dürtmek suretiyle “emek-değer teorisini” üretmiştir. Böylece insanlar daha fazla emek üretirler ve bu da, kapitalizmin karı olur. Emeğin değeri kadar “emek değişimi” yaşanmaz, “aşırı” mal üretiminin olduğu dönemlerde ise emeğin değeri düşer. Fazlalık veya kıtlık, tüccarın aracılığı ile yaşanır ve onun spekülasyonu sonucudur. Spekülatif kazancı örtbas etmek için üretilen bir dizi teori, Kırk Haramiler talanına benzer. Piyasa değeri denilen şey bu talandır. Yani; “emek haramiliği”…

“Marksist teori” de benzer olarak, toplumsal hayatın gelişmesini, tümüyle üretici güçlerin gelişmesi ile paralel görür. Esasta liberallerden tek farkı, birinin serbest piyasasına karşın, öbürünün kamu hâkimiyetidir. Devlet ve iktidar kuralları burada da geçerlidir. İkisi de iktidarı ve devleti güçlendirir.

Sol, tam da bu noktada emek ukalalığı ve kutsallığı ile gözünü kör etmiştir. Sermaye düzeninin kaynağında ücretli emek sömürüsünün bulunduğunu, sistemi besleyenin bu işçilik düzeni olduğunu unutarak… Rus Devriminin aslında bir “işçi” değil, “köylü” devrimi olduğu gerçeği, sol tarafından hep görmezden gelinmiş, fabrika emeği kutsanmış, ev içi ve köylerin emeği ise yok sayılmıştır.

Daha çok mal sahibi olmak için harcanan zaman ve emek, modern köleliğin bir biçimidir.

Düşünün ki bir çalışan yılda ancak en çok iki hafta tatil yapabiliyor. Bütün yıl iki hafta tatil, kira ve yiyecek için çalışıyor. Tek bir ev sahibi olmak için, otuz yıla varan krediler alıyor. Bütün ömürleri de banka kredilerinin ödenmesi için harcanıyor.

İnsanın isterse on evi olsun, oturacağı sadece bir tanesidir. Stokçuluk insana özgüdür ve doğada yoktur. İnsanın biyolojik saatine göre vücut ne zaman isterse o zaman uyanır. Oysa bütün sisteme çalışanlar sabah saat en geç yedide uyanmak zorundadır. Bunu yapamazsa, sistem onu aç, evsiz ve sağlık güvencesinden yoksun bırakır. Dünyanın kaynaklarının hiç çalışmadan insanları beslenmeye aslında yeter olmasına rağmen…

Hep bir slogandır; “İş, Emek, Özgürlük!”.

İnsanın tembellik hakkı, çalışma hakkından neden çok daha az önem arz ediyor? İnsanların dinlenemediği ve zamanını özgürce yönetemediği bir dünya neye yarar ki?

İş ve emek, insanı koşullar. İnsanın özgürlüğünü sınırlandırır ve sona erdirir. İşin ve emeğin olduğu yerde özgürlükten bahsetmek zordur.

1 Mayıs’ın aslında karşısında durduğu sistemi besleyen emek fetişizminden yola çıkarak, 1 Mayıs’a sadece “İşçinin, Emekçinin Bayramı” diyen zihniyete karşın, 1 Mayıs, işsizlerin, ev kadınlarının, köylülerin, azınlıktaki etnik grupların, göçmenlerin, evsizlerini eşcinsellerin ve gençlerin de bayramıdır.

Çalışmak eğer bir “hak”sa, bu hak, insanın kullanım özgürlüğüne bırakılmadıkça, emeğe zulüm etmeye devam edecektir.

Halil SAVDA
(28 Nisan 2011 Özgüt Politika Gazetesi)

755100cookie-checkEmek fetişizmi…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.