Gezi Direnişi: Umudu yeşerten devrim

Bilgisayar ve televizyon ekranlarına düşen direnişe ben de içimden Nazım’ın şiirlerini okuyarak tanıklık ediyordum. Nazım Hikmet bu. Her dönem şiirleri eylemlerin tam içinde. Şimdi de direnişin bir avuç ağacın kesilmemesi için başladığı Gezi Parkı’nda:

‘…ve kederli nehir yollarının
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ki ağır ve nasırlı ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman…’

‘…büyük insanlığın toprağında gölge yok
ama umudu var büyük insanlığın…’

‘…onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı…’

Mümkün olsa hemen bir bilet almak, buralardan kaçmak istedim ki özgürlük destanlarından birini daha yazan o büyük insanlıkla birlikte dünyanın en büyük mutluluğunu yaşıyayım. Biber gazıymış, plastik mermiymiş, tutuklanmakmış umrumda değildi. Şu anda Gezi Parkı’nda başlayan bu şanlı direnişte geçmiş yaşamım, bugünüm ve geleceğim yumak olmuş bir meşale gibi yanıyor. Yaşamımın en güzel yılları kavganın sürdüğü o meydanda geçti. Ben şimdi bir hayalettim Gezi Parkı’nda.

Yalaka yandaş medyaya rağmen sokaklardaki gösterilerin gücü, milyonların gücü, alanlardan taşmış, dalga dalga tüm ülkeyi sarmıştı. Kefen giymiş başbakan Tayyip’in diktatörce tehditleri durduramadı halkın coşkun akan selini. Milyonlar ayakta ve barikatlarda ve bu bir devrimci ruh hali.

Ekranlardaki resimlere baktığımda başka ülkelerin alanlarından aynı kareleri görür gibi oldum. Bugün Taksim’de, dün Madrid’te, Atina ve Tahrir’de, Brezilya’da, New York’ta, gördüklerimi birbirlerinden ayırt edemiyordum. Birgün sıranın Türkiye’ye geleceğini tahmin etmemek mümkün müydü? Çok şükür bugünleri de gördüm, ölsem de gam yemem.
Artık sık sık dünyanın birçok köşesinde yüzbinlerce insan sokaklara dökülüyor, savaşa, sömürüye, baskıya, kesintilere, otoriterliğe, ekolojik felaketlere yol açan kararlara, temel hak ve özgürlüklerin yok edilmesine karşı dikiliyor.

Bu yüzlerce sahifelik anayasa yazmaktan, sayısız seçim yapmaktan çok daha anlamlıdır.

Özgürlük, yığınların devrimci eylemleridir. Gençler sokaklarda, parklarda kendiliğinden toplanıp neo-liberalizmin talanına karşı durduğunda, kendi kendilerine karar verip harekete geçiyorsa, demokrasinin motoru çalışmaya başlıyor demektir. 2000 yıllık demokrasi tarihinin en temel öğrettisidir bu. Demokrasi egemen sınıfların çıkarlarına göre işleyen ölü normlar yığınından ibaret değildir. Tam tersine, o hergün izlediğimiz sokaklardaki çatışmalar ve toz duman altında kalan milyonların yükselttiği haklı talepleridir. Halk sistemi elinin tersiyle reddediyor.

Tarihte eşine az rastlanan bir halk hareketi Tahrir meydanında , 2011 yılında yaşandı. Türkiyedekiler de sayıldığında direnişlere katılanların sayısı yüzmilyonun üstünde. Kardeş halklar birbirinden etkilenerek sokaklara çıkıyor. Yalnızca Türkiye’de 15, İspanya’da 10-15, Mısırda ise 22 milyon insan var olan rejimlere karşı biraraya gelip öfkesini haykırdı. Kimdi bu insanlar? Neden sokaklar protestocu insanlarla dolup taşıyor?

Politikacılara ve siyasi rejimlere olan güvenini yitiren halk, beklentilerini kendi gücüyle gerçekleştiriyor. Partilere, seçim sonuçlarına aldırmayan halk, umutlarını eline almış, en yükseklerde tutuyor. Milyonlar kendisi için, kendi kendine umutlarını ileriye doğru götürüyor. Marks’ın öngördüğü devrim bu muydu? Nedir bu olup bitenler? Üç büyük kıtada ardı arkası kesilmeyen ve her köşeden fışkıran halk direnişine yol açan nedenler ülkeden ülkeye farklılıklar gösteriyor. En önemlilerini şöyle sıralamak mümkün: işsizlik, ekonomik koşullar, refah devleti kesintileri, üniversitelerdeki pahalı eğitimler, politik çürümüşlük, tek kişilik otoriter rejimler, kişisel yaşama müdahele, iki partili sistemler, demokratik yetersizlik, çürümüş bankacılar. Marksistlerin öngördüğü altyapının üstyapıdan koptuğu bir durum mu yaşıyoruz?

Evet, bence bu bir devrim! Umutlarımızı yeşerten ve yükselten bir devrim!

Protestoların başını çekenlerin yarısından fazlası Gezi Parkı’ndakiler gibi 90’lı yıllarda doğmuş şehirli ve orta sınıfların çocukları. Twitter ve sanal dünyada büyümüş, eylem nedir bilmeyen, ilk defa büyük kalabalıklara katılan 20-30 yaşlarındaki gençler. Global dünyayı iyi takip eden bir nesil. Şehirlerde doğan bu insanlar çevre, özgürlükler ve insan haklarına karşı son derece hasas. Bireyci olduğu kadar toplumcudur. Sokak gösterilerine sürekli değil zaman zaman katılmayı tercih eder. Bir örgüt disiplinine gelmez. Parti veya sendika ve örgütlerin talimatıyla ayağa kalkmıyor. Şehirli ve aydın bu orta sınıf Türkiyede olduğu gibi başka ülkelerde de benzer etiketlemelere muhatap oldu. Politikacılar onları ‘Çapulcu’ diye tanımladı.

Ötekileştirilen alttakiler, üsttekileri dinlemiyor; üsttekiler de alttakilere diş geçiremiyor. Evet, bir devrimci ruh hali var. Ülkeden ülkeye yayılan, yığınları alananlara sürükleyen, gerçek demokrasinin sınandığı olaylara tanık oluyoruz. Bu ne ABD ne de Türkiye’deki kurtuluş savaşlarına benziyor. Hatta ne Fransız ve ne de Ekim devrimlerinden önce oluşan devrimci kabarışlarla da parallelikler kurulamaz.

21. yüzyılın başlarında başlayan ve genç bir neslin başını çektiği halk direnişlerinin yığınsallığı ve kullanılan metodlardaki çeşitlilik son derece dikkat çekicidir. Eylemlerin yalnızca gösterilerle sınırlı olmadığı artık biliniyor. Yığınsal gösterilerin yanında, sivil itiatsizlik, sivil direniş, vahşi saldırılara boyun eğmeme, büyük alanlarda toplanma ve yığınsal işgal ve oturmalar var. Çadır kurarak uzun vadeli direnişler organize etmek, internetteki dinamizim, sesiz durmak, elele tutuşarak uzun kuyruklar yapmak. İnsanların ısrarla, cesaretle ve kararlı bir şekilde yan yana gelmesi, yüzbinlerle yürümesi yığınsal şiddettir ve bu demokrasidir, hem de halkın demokrasisidir. Genç orta sınıfların yaşamak ve yaşatmak istediği 21. yüzyıl demokrasisidir.

Daha yüzyılın başındayız. Bu devrimci ruh zaman zaman koybolacaktır fakat bir müddet sonra yeniden geri gelecektir. 21. yüzyıl demokrasi ve sosyalizmin yüzyılıdır. Sıkça karşımıza çıkacak kendiliğinden gelen halk hareketlerini anlamak için hazırlıklı olmalıyız.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bu kadar yığınsal ve kendiliğinden gelen hareketi, iktidar, faiz lobisine ve dış mihraklara bağlıyor. Bazı yorumcular da Gezi Parkı direnişini 20. yüzyıldan kalmış geri bir hareket olarak görüyor. Bu yorumlar, tarihe yeni bir sahife açan özgürlükçü eylemlerin, toplumlara ne gibi açılımlar getireceğini görmemizi engelleme amaçlı.

Yaşadığımız bu yüzyılda devrimler uzun süreceğe benziyor ve biz henüz yolun başındayız. Gezi Parkı’nda geleceğin umut fidanları daha yeni dikildi.

Gezi Parkı direnişinin hemen arkasından Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve yardımcısı Arınç arasında uzlaşmaz çelişki varmış gibi göstermek ve olayları sadece polisin erken müdahelesine ve aşırı güç kullanımına bağlamak, destansı eylemlerin politik elit üstünde yarattığı korkuyu hafife almaktır. Çünkü adı konmasa da yaşamın her alanında sınıflara dayanan kıran kıran bir ideolojik mücedele veriliyor.

Çevreyi talan eden ve insana önem vermeyen sisteme, statükoyu koruyan liberal-muhafazakar koalisyonuna karşı devletten umudunu kesen halk yığınları bu gidişi durdurmak için etten duvar oldu. Toplum ve devlet karşı karşıya geldi. Marks’ın dediği gibi ‘Toplum tek tek bireylerden değil, bireylerin karşılıklı etkileşim ve tepkilerinden oluşur’. Modern yaşam tarzının tehdit altında olduğunu farkeden yüzbinler çok iyi bir iletişim ve etkileşim kurdu ve despotik AKP yönetimine karşı dikilerek tepkilerini ortaya koydu. Kendiliğinden oluşan bu devrimci halk hareketleri bugün üst yapı kurumlarının düzeltilmesini istiyor.

Yarın krizlerden bir türlü çıkamayan kapitalizme karşı aynı tepkiyi göstermeyeceğini de kimse iddia edemez.

Gezi Parkı direnişi umutlarımızı yükselten bir devrimdir.
(Devam edecek)

764260cookie-checkGezi Direnişi: Umudu yeşerten devrim

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.