Akşehir Gölü’nün tamamen kuruduğu haberi yüreğimi sızlattı.
Akşehir Gölü ve Akşehir’in eski Rum evlerinin yazgısı da Akşehirliler gibi.
Nasrettin Hoca’nın torunları, genellikle iktidar karşıtı partileri belediyeye taşıyınca (12 Eylül dönemi ve son seçim dışında) sağ iktidarların gazabına uğradı hep. Sağ hükümetler kalkınma planlarında yer alan Akşehir yatırımlarını komşu ilçelere taşıyarak bu tarihi kenti akıllarınca cezalandırdılar.
İlk kurulduğu neolitik dönemden günümüze sürekli gelişen Akşehir, çokpartili dönem sonrasında giderek yoksullaşmaya başladı. Akşehirlilerin yoksulluğu Akşehir Gölü’nü kuruttu, tarihi evleri de köhneleştirdi.
Akşehir’in yapısını değiştiren bir başka olgu da göç. Köylü Akşehir’e kendi feodal kültürünü çıkınlayarak göçerken, Akşehir’in kent soylusu da büyük kentlerin yolunu tuttu. Cezalı kentte sanayinin kurulmaması, eğitimde güdük kalınması bu dış göçü körükledi.
Asırlık çınar ve çam ağaçlarının gölgesindeki Hıdırlık’taki müzikli-danslı geceler şimdi yalnızca anılarda. Danslı ‘‘balo’’ların yerini de halaylı düğünler aldı.
Akşehirliler’in genel sorunları Türkiye’nin sorunlarıyla benzeşti: ‘‘İşsizlik ve enflasyon.’’ Akşehir’in uzun yıllardır başaramadığı bir hedefi de ‘‘il olmak’’. Şehir, TBMM’de kendi sesini duyurarak eski parlak günlerine dönmek istiyor. Akşehir, Konya’nın bir ilçesi olmasına karşın coğrafyası, iklimi ve sosyo-demografisiyle Konya’dan farklı bir yapıda. Kentin bu farklılığı, geçmiş seçim verilerinde de görüleceği gibi politik tercihlerine de yansıyor.
Sözün özü Akşehirliler’i sol eğilimli görüp cezalandıran sağ iktidarlar, yıllar boyunca kendilerine iletilen bütün şikayetleri de kulak arkası ederek Akşehir Gölü’nü kuruttu…
Akşehir Gölü’nün tamamen kuruduğu haberi yüreğimi sızlattı.
***
Yıllar önce kaleme aldığım Akşehir’i anlatan yazımın bir bölümünü aşağıda sizlerle paylaşmak istedim… Umarım seversiniz…
***
BİR HASRETLİK ÖYKÜSÜ…
Çoook yorgun olduğum zamanlar gözlerimi kapar “Tekkedağı”na giderim. Eski efe diyarı Sultandağlarının vadisindedir Tekke Köyü… Şimdi heyalanzede Tekkeliler, KKTC’de sığınmacı…
Lekesiz masmavidir gökyüzü. Bir yanı mor kayalık, bir yanı orman yeşilidir dağlar. Buz gibi kaynak suları, Tekke Dağını yalayarak, vadinin ortasından geçip Akşehir gölüne ulaşan çaya akar durur.
Vadinin bitiminde antik Frigya kenti Akşehir’in cumbalı evleri görülür. Ötede gök mavisiyle birleşir göl mavisi. Gölde yunusvari yaşar, oynak yılan ve sazan balıkları.
Gözlerim kapalı yine… Kuş seslerini duyuyorum. Kurumuşluğa inat, çayın şırıltısı kuş seslerine karışıyor. Boncuk mavi yine o gök kubbe. Ilgıt, ılgıt esen meltem, çam kokusu getiriyor tepelerden. İlk gençlik yıllarımda sevda şarkıları ve özgürlük sloganlarım yankılanırdı Tekke Dağı’nda. “Yankılardan en azından biri mutlaka takılıp kalmış olmalı selvi ağaçlarına… ” diye düşünüyorum.
Ufukta Akşehir’in asırlık cumbalı evlerini görüyorum. Sayıları hiç azalmamış gibi. Göl bataklığa dönüşmemiş, balıklar çekip gitmemiş gibi…
Nazım geliyor usuma,
“…
Bu anda ne düşmek dalgalara
Bu anda, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben…
Bahtiyarım. ”
Yüzyıllık yorgunluğum iki pranga, iki göz kapağımda. Çocuk ressamlığımın şekil verdiği bulutlar yok o boncuk gök kubbede. Gözlerimi açsam yırtılır mavilik. Ya hiç açamasam bir daha… “Londra’da ölmemeli…” diye düşünüyorum. Şair fısıldıyor usulca,
“…
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
öylece gibi de görünüyor,
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani.”
***
Ben hâlâ çok yorgun olduğumda gözlerimi kapatır Sultan Dağları’nın eteklerindeki Tekke Köyü’ne giderim. Tekke’den seyrederim kafa kafaya vermiş asırlık cumbalı evleri, yılan ve sazan balıklarının oynaştığı turkuvaz Akşehir Gölü’nü… Sanki her şey aynı gök kubbenin altında ve tıpkı eskisi gibi…
Akşehir Gölü’nün tamamen kuruduğu haberi yüreğimi sızlattı.