Biliyorum siz de benim gibisiniz. Bir gözünüz Londra’yı diğeri memleketi görüyor. Bir kulağınız Londra’yı diğeri memleketi duyuyor. Aylar sonra memlekete gittiğinizde sanal ve gerçekle yüzleşiyorsunuz…
Memleketi değişmiş ama geriye gitmiş görmek, böbreğinizi düşünmeden vereceğiniz eş ve dostunuzu başkalaşmış görmek sizi kederlendiriyor, hüzünlendiriyor…
Onca yıl gözden ırak olunca gönülden de ırak kaldığınızı, adına “gurbet” denilen uzak diyara gittiğiniz gibi kaldığınızı, bir başka deyişle memleketteki kültürel değişim ya da düzene uyumdan korunaklı yaşadığınızı anlıyorsunuz.
Otobüs Akşehir’e yaklaşırken çocuk gibi heyecanlıydım. Ne güzeldir benim memleketim… Başbaşa vermiş sohbet eder, çocukluğumun geçtiği cumbalı evler.
Sultan dağlarının arasındadır memleketim. Rüzgarı bol, insanı bonkördü. Dağları yalayıp gelen kar suları, gürül gürül akardı kentin ortasındaki o çayda… Çocuk ellerimle mendille balık tuttuğum vakidir o çayda. Nasrettin Hoca’nın maya çaldığı o Akşehir Gölü’ndeki oynak sazan ve yılan balıkları sofraların unutulmaz lezzetiydi.
Memleketimde insanlar insanları severdi. Sokakta oynayan çocukların anneleri herkesin annesiydi. Memleketimin insanları sarhoşları, hayvanları da severlerdi. O güzel evlerde, içi yanan sarhoşların içmesi için su maşrapalı kovuklar bulunurdu. Sokaktaki kedi ve köpekler hepimizindi. Sokak köpeklerinin adı olur ve çocukların oyunana katılırlardı.
Şimdi dağların eteklerinde varlığını sürdüren cumbalı evlerin durumu içler acısı. Çoğu evlerin tahta merdivenleri betona, oymalı ve tokmaklı tahta kapılar da demir depo kapılarına dönüşmüş. Tarihi binalar artık ilkokullara mekanlık yapmıyor. Kültür Bakanlığı’nın desteği ile bakım yapılan ev sayısı ise bir parmak bal cinsinden…
Akşehir orta yaş grubunun buluşma yeri olan Avcılar Kulübü’nde, şehrin en büyük sorunu işsizliğin zamanı katletme becerisine tanık olabilirsiniz. Ya o Kulüb’ün genel tuvaleti, uygarlığın nasıl geriye gittiğinin bir kanıtı.
Eski kent kendi kaderiyle uğraşırken bereketli topraklar üzerine kurulan yeni kent bir beton yığını.
Bir zamanlar Akşehir’in şirin köylerinden Gürnes’e (yeni adıyla Altuntaş) de gitme şansım oldu. Londra’da 100’e yakın Gürnesli işçi ailenin olduğu sanılıyor. İlk dikkatimi çeken bir zamanlar at yarışlarının yapıldığı o yeşil alanda beton binaların yükselmesi… Dev tahta kapılı kerpiç evlerin yerine sterlin bozdurularak yapılan eciş bücüş simetri ve estetik yoksunu binalar korku filmi stüdyosu gibi.
Nasrettin Hoca’nın neşesi ve esprileri şehri terketmiş artık. Ceviz kabuğunu doldurmayan sorunlarla uğraşan hemşehrilerimin artık eskisi gibi yüzleri de güleç değil.
Hayali gönlümde yadigar kalan memleketimden ayrılırken bütün Türkiye’nin aynı sancıyı yaşadığını, yurtdışında yaşayanların benzer hayalkırıklığı ile o uzak diyarlara döndüklerini düşündüm.