Tarihi dersler.

Gazeteci Hasan Tahsin, kurumu için ülkesine siper olmuştur. İzmir, “ ilk kurşun “ anıtıyla onu ölümsüzleştirmiştir. Durumdan vazife çıkararak Yunan’ın püskürtülmesinin tuşuna basmış, bedelini canıyla ödemiş ama ölümsüzleşmiştir. Heykeli dikilmiştir İzmir Cumhuriyeti’ne, itibar budur…

Hasan’lardan “ yağma” olanın hikayesi ise çok ekşi biçimde tanımlanıyor ekşi sözlükte…

“ Hakkı olanın da, olmayanın da kolayca faydalandığı, sahipsiz, hiç kimsenin korumadığı mal mülk kaynağı. Hiç kimse hak etmediği bir şeye el sürmemelidir. Alın teriyle sağlanan kazanç kutsaldır. Kısa yoldan zengin olmak isteyen köşe dönücüler hak hukuk tanımazlar. Bunlar emek ve alın teri hırsızlarıdır.

Fatih’in Gebze’de ölümünden sonra (1481), İstanbul’da kıyamet kopmuş, zaten fırsat bekleyen asi yeniçeriler İstanbul’a dağılmışlar. Kimse canından ve malından emin değilmiş. Yağmacı yeniçeriler, önce kendilerini savunan sadrazam Karamani Mehmet Paşa’yı parçalayıp konağını yağmalamışlar. Daha sonra şehirdeki yabancıların konaklarına hücum edip her tarafı talan etmişler. Zengin Yahudilerin oturdukları semtlere akın eden zorbalar büyük yağmalar yapmışlar. Bu sırada Hasan adlı bir yeniçerinin işlettiği börekçi dükkânını da yağma eden yeniçeriler, işin aslını öğrenince, “Oldu bir kere, Yağma Hasan’ın böreğidir.” diye, börekleri afiyetle yemeye devam etmişler. “

Kimisi yağlı börekleri yer, ilelebet yiyeceğini sanır, hakkı hukuku yağmalar… Kendini güçlü sanıp, sadrazamın atının dışkısında peydahlandığını unutup, sadrazamını asar keser… Fırsat buldu mu hem kendi kurumunu, hem de mağduru yağmalar, dans etmeyi bilmeden kurtlarla dansa kalkar, at binmeyi bilmeden at oynattığını sanır, sıpayı kısrak beller, besleme atsineğidir, üretken ipekböceğini bile güdemez…

Zaman en büyük hakemdir ve tarih farkı işte böyle yazar… Kimi yağmacı yeniçeri ağalığına soyunur, tarar geçer dört bir yanını, kendi kaynağını kurutur… Kimisi ise vicdanen rahatsız olur, insanlık hamuru kabarır ve pişman olur… Olan yalnız yağma Hasan’a olur…

Devir Hasan Tahsin’lerin devri değil… Devir, “ Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memlekete”, Kocatepe’den bakan kartal gözlerin dolu dolu olduğu devir… Devir, lale devrinde kalanların istibdat, istibdatta kalanların ise lale olduğu devir…

Ne sinek kapanlarında beylik kupa asların,
Ne keyfiyetinde hamamdaki tasların,
San ki dostlar havlu attı…
San ki dünya kalasların.

Ne çöllerde tutunacak toy nazenin çiçeğin,
Ne iz sürülesi geleceğin,
Her çırpınışında boğacak gerçeğin.
Dünya kemirgen böceğin.

Ne saf fidan destesinin,
Ne ormanda su sesinin,
Dünya baltanın dostum,
Piç dağ kerestesinin.

Ne sarayların, ne konakların,
Ne çekiçlerin ne orakların,
Dünya, dünyadan bihaber çorakların.

Ne hediyesi bugünlerin,
Ne beklentisi yarınların, Ne yitirilmiş dünlerin,
Dünya alacaklının dostum, dünya ödünlerin,

Ne işlenmemiş cevheri parıl parıl gözlerin,
Ne sessizliği pırıl pırıl sözlerin,
Çok kaba olacak ama olsun,
Dünya kıvrak dansözlerin.

Ne bir gün ömürlü kırılgan kelebeklerin,
Ne bin yıldır ter kokan emeklerin,
Bağırsak paraziti gibi kemirgen,
Dünya toprak yiyen köstebeklerin.

Hem insanlar böylesine toparlak,
Hem ufuklar şöylesine parlak… pöh!
Hepsi masal Dünya’lı, bize sivriler lazım,
Dünya zaten yuvarlak…

At martini de bre Hasan … Devir böyleyse böyle… Devir o zaman, kadehleri devir…
Her kadehte gamla semir… Oku ki adam ol, gör ki Dünya’nın hallerini,
otur beynini kemir…

758610cookie-checkTarihi dersler.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.