Ankara’da 12 Eylül 1980 darbesinin ilk günleriydi… Her yerde devriyeler geziyor, arama yapıyorlardı… Assubay arkadaşım Bektaş ile Ulus’ta buluştuk. Ben Ulus Postanesi’nde kontürlü telefon kuyruğuna girdim. Sivil giysili Bektaş da kapının önünde beni beklemeye koyuldu…
Koskoca postanede bir kaç telefondan yalnızca biri çalışıyordu. Önümde ahizeyi tutan tıknaz adam ‘Eee daha daha ne var ne yok… Havalar sular nasıl?’ diye konuşmasını uzattıkca uzatıyordu… Anladım ki telefon bozuk ve kontür harcamıyordu. Tıknaz kurnaza nazikce el ve mimiklerle sırada beklediğimi hatırlattım. Zaar beni takmadı… Uzunca bir süre sonra konuşmasını bitirdi ve postanede devriye gezen 2 askeri yanına çağırdı. Askerlere bir kimlik gösterip ‘Ben hakimim! Alın götürün bunu!’ dedi…
‘Bu ne saçmalık yahu? Hop ne oluyoruz! Sen kim oluyorsun!’ derken askerler koluma girdi. İtiş kakışı gören Bektaş yanımıza geldi. Bir solukta durumu anlattım. Bektaş assubay kimliğini gösterip ‘Asker!’ diye bağırdı. Askerler hazırola geçip selam durdu. Sertçe ‘Bırakın bu adamı. Götürün şunu’ diye bağırdı. Askerler derhal bu emire uydu ve tıknaz uyanığın koluna girip götürdüler… Nereye mi? Bilmiyorum inanın…
Bu anıyı, geçen hafta kankası Hitler’in yanına giden cuntabaşı Kenan Evren ile yeniden gündeme gelen 12 Eylül dönemini genç okurlara anlatmak için kaleme aldım… Türkiye böyle garip bir dönem yaşadı işte…
Bektaş ile Akşehir’den hemşehriydik ve benim yaşdaşım olmasa da sıkı arkadaşımdı. Oldu bitti tiyatrocu olmak isterdi. Akşehir Kütüphanesi’nde ne kadar oyun ve oyunculukla ilgili yazı varsa hepsini yutmuştur. Henüz lisedeyken Haldun Taner, Bertol Brecht ve Shakespeare’i iyi bilir onların oyunlarından tiradlar okurdu. Velhasılı Bektaş’ın tiyatro tutkusu öyle böyle değil, bir kara sevdaydı… Gelvelakin abisi ve babası tiyatroya karşıydı. Onlara göre tiyatro işi gücü olmayan berduşların uğraşıydı, üstelik oyunculukta para pul da yoktu.
Bektaş işçi olan ailesinin baskısına boyun eğmek zorunda kaldı ve ‘keşke kazanmasam’ dediği assubaylık sınavlarında başarı gösterdi. Kısa süre sonra da evlenip çoluk çocuğa karıştı. Artık yazları tatile geldiğinde Akşehir’de görüşebiliyorduk. Yaşamı istemediği bambaşka bir yöne evrilmişti ama tiyatro sevdası hiç mi hiç eksilmemişti.
Bektaş ile bir yaz günü Akşehir Belediye Parkı’nda buluştuk yine. Dertliydi. İlgi duymadığı işi yapmaya artık dayanamadığını söyledi. Kafasındaki plana göre, hayatının rolünü oynayacaktı. Yeni rolü ‘zır deli bir assubay’ olacaktı. Eğer birliği bu role inanır ve Kara Kuvvetleri de onu meslekten atarsa tiyatrocu olacaktı. Yok kimseyi inandıramazsa ‘demek ki başarısız bir oyuncuyum’ diye düşünüp, bağrına taş basacaktı…
Bektaş ile uzun süre görüşemedik. Ankara’da hem ‘master’ yapıyor hem de çalışıyordum. Bir gün Bektaş işyerine çıkageldi. Gözleri parlıyordu. Çok mutluydu… Bana sarılırken ‘Ankara’ya turneyle gelmiştik de’ dedi…
***
AKP’ye saldırı ayıbı…
Stoke Newington’da seçim çalışması yapan AKP standına yapılan saldırı basın toplantısıyla kınandı. Başkonsolos Emirhan Yorulmazlar da olay sonrasında seçim standını ziyaret ederek ‘geçmiş olsun’ dedi…
Biz de diyoruz ki ‘Aman haaa’ bu tür saldırılardan kaçınmak gerekir. İnsanlık suçu dışında herkes düşüncesini özgürce ifade edebilmelidir. Bunu (AKP’nin tersine) kendimiz için değil herkes için istiyoruz. Sayın Başkonsolos’un AKP standını ziyareti çok hoş ama ‘Mağdur HDP’li olsa aynı duyarlılığı gösterir miydi?’ Emin değilim.
***
Yurtdışı oyları seçim sonuçlarını nasıl etkileyecek?
BBC Türkçe’ye konuşan A&G araştırma şirketinin sahibi Adil Gür, “Yurtdışında kullanılan oylar bu seçimin kaderini belirleyecek. AKP’nin tek başına iktidar olup olamayacağını da HDP’nin yüzde 10 ülke barajını geçip geçemeyeceğini belirleyecek oylar yurtdışından gelecek” diyor. Gür’e göre, AKP birinci, HDP ikinci olacak…