Beş parkalı yoldaş sokağa çıkma yasağına rağmen gizlice Akşehir parkında buluşmuştuk. 12 Eylül 1980’in ikindi vaktiydi. O sabah siyah beyaz televizyonda iktidara el koyduğunu duyuran cuntabaşı Kenan Evren, ilk iş olarak cümlesiyle siyasi parti, parlamento, sendika velhasılı sivil toplum örgütlerinin kapatıldığını da açıklamıştı…
“Bu faşist bir cuntadır. Bu yalan ajitasyonun doğrusunu mutlaka halka anlatmalıyız” dedim… “Nasıl yapacağız?” diye sordu birisi, “Her yer asker kaynıyor!” dedi diğerisi…
“İlk üniversite kredisiyle aldığım bir IBM teyibim var. Kasetin ilk 15 dakikasını boşa döndürelim, sonrasında bizim propaganda kayıdını başlatalım” dedim ve devam ettim, “Bu teyibi de Ulucami minaresinin mikrofonuna açıp kaçalım. Teyipteki konuşma 15 dakika sonra başlayacağı için biz çoktan toz olmuş oluruz…”
Arkadaşların hepsi yürekliydi ama birisi dışında önerime katılan olmadı. “Merkezi bir sosyalist karşıkımı beklememiz gerektiği” düşüncesi ağır bastı. “Saçma” dedim, “Biz insiyatif kullanmalıyız. Bu şehrin demokrasi tarihine bir onur eylemi kazandırmalıyız!”
Yıllar sonra önerime ateşli muhalefet eden yoldaşla karşılaştım. Saçları benim gibi ağarsa da gözleri hala karaydı. “Biliyor musun?” dedi, “O gün sen haklı çıktın. Keşke şehrin gururu olacak o eylemi yapsaydık…”
12 Eylül döneminin ülkenin geleceğine faturası ağır oldu. Kendisini tanımaktan onur duyduğum Erdal Eren ilk olmak üzere 50 siyasi idam edildi. Emek ve demokrasi mücadelesinin kazanımları gaspedildi. Türkiye’deki işçi ücreti Singapur’un altına indirildi… 500 binden fazla yurtsever cezaevlerinde sistematik işkence gördü. Diyarbakır cezaevinde Kürtler insanlık dışı işkencelerden geçirildi. Onbinlerce yurtsever sakat kaldı. Ve ilerleyen yıllarda 12 Eylül anayasası sivil diktatörlüğe de analık etti.
12 Eylül dönemi yüzbinlerce yurtseveri de topraklarından koparıp sürdü. Geleceğin aydınlık yüzü öğretmenler, bilimciler, sendikacılar, işçiler, köylüler velakin her meslekten onbinlerce devrimci yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. Türkiye’nin siyasi ve sosyal yaşamı kuraklaşarak, AKP gibi 12 Eylül’ün uzantısı bir partiye ortam hazırlanmış oldu.
İşte “Londra’daki toplumun da miladı bu kara tarih 12 Eylül 1980” denilebilir. Londra’ya yalnız parkalılar gelmedi, 12 Eylül’ün iyice yoksullaştırdığı işçi ve köylüler de “siyasi” olarak geldi. Sözün özü Osmanlı’nın zulmünden kaçan Jön Türleri’ne mekan olan Londra bir asır sonra 12 Eylül mağdurlarına da yuva oldu. Bu bağlamda “Londra’daki toplumun ‘toplum’ olmasında 12 Eylül döneminin dolaylı katkısı oldu” denilebilir. Yurtdışındaki 12 Eylül sürgünleri ise meslek örgütlerinden göçmen derneklerine, korodan ana dil okullarına hatta kreşe toplumun ilk kurumlarını oluşturdular.
Faşist Evren, cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturunca 1987’de Londra’ya Kraliçe ve cuntanın en büyük destekci başbakanı Margaret Thatcher’i resmi olarak ziyaret etti. Bizim toplumdaki devrimci ve aydınlar “Kenan Evren Defol!” komitesinde biraraya geldiler. Cuntabaşı’nın gerçek yüzünü İngiltere’deki medya ve STK’lere dilleri döndüğünce anlattılar.
O günlerde komitenin gazeteci bir üyesi olarak cuntanın gerçek yüzünü İngiltere’deki sağır sultana duyurmaya çalışanlardandım. Hep keyifle hatırlarım, BBC’nin çocuklara yardım için geleneksel kırmızı burun “Red Nose Day” programına yardım çeki gönderenlerin ismi, canlı yayında alt yazı olarak banttan geçiyordu. “Katil Evren Defol!” sloganı da yardımsever “bir isim” niyetine yayınlanmıştı.
Şimdi Kenan Evren’in bilinci kapalı ve can çekişiyor. “Gerçi ne zaman açıktı ki” de diyebilirsiniz. “Ölmesin sürünsün diyenlerin ahı tuttu” dediğinizi de duyar gibiyim hani…
Faşist Evren meslektaşı Hitler’e kavuşma hazırlığındayken bir uğurlama yazısı yazmak istedim.
_____________________
*Bu yazı Kenan Evren ölmeden önce kaleme alındı