Nerde kalmıştık, ne yapmalı?

N. KAZIM ÖZTÜRK – Bu bizim yenilgimiz değil ki hayıflanalım. Sosyalistlerin hedeflerinde herhangi bir değişiklik olmamıştır. Hedeflerin oluşturulması, mücadele koşulları, seçimlerin sonuçlarıyla bağlantılı olarak, etkinlik alanlarını genişletilmesi açısından beklenen kazanımları vermemiştir ama bunun anlamı, ereklerin özellikle uzun erimli ereklerin farklılaşması, ötelenmesi değildir. Sonuçlar; utku kolay kazanılacak, demokrasi kendiliğinden oluşacak yanılgısını tersten, seçim yenilgisi üzerinden göstermiştir.

Günümüzde Emek

 Sol toplumsal tabanını, kapitalizmin günümüzde nitelik olarak farklılaştırdığı emeğin yeniden tanımı ve bu tanım üzerinden örgütlenme ve mücadele yöntemlerini gözden geçirerek yükseltmek zorundadır. Bu yüzyılda sosyalizm mücadelesi ‘vasıflı, eğitimli, siyasi olarak gelişmiş bir kitle’(1) üzerinde yükselecektir.

 Bu yeniden tanımlama; göçmen(emek),mülteci, ‘esnekleşmiş istihdam’ tanımlanmasıyla güncel köleliğin uzantısı ‘geçici statü’ deki prekarya’yı(2) ve bir bütün olarak emekçi sınıf ve katmanlarını da kapsamalıdır. Bankada çalışan ‘yazılım’ mühendisi ile inşaatta çalışan kalıpçının ayrımından daha çok, ortaklığı mücadelenin bileşeni olmalıdır.

Sınıfın(emeğin) tanımlanmasında ki farklılaşma, kaçınılmaz olarak sınıf mücadelesinin kapsamında değişim getirecektir. Emeğin; fabrika-işçi özleşmiş birlikteliği, kamu, kamuculuk boyutunu da gündeme getirmeli, savaşım; mekân ve kitlenin farklılaşmasının doğal sonucu olarak, gerek var olanın değerlendirmesinde, gerekse uzun erimde bütün bu değişiklikleri kapsayacak şekilde güncellenmeli ve yeni politikalar geliştirilmelidir.

Kapitalizmin üretim güçlerini geliştirdikçe, emeğin kendisine yabancılaşması, sistemin kendi mezarını kazması sarmalı, sistemi anlamamızın ve zayıflığının birleşim noktasıdır. Bu saptama, kapitalizmin karşıtları cephesinin (emek örgütleri/parti) tarafından yaşama geçirilmesiyle olasıdır. Bu saptama ve örgütlenmenin oluşturulması, burjuvazinin kullandığı emek cephesini bölüp yönetme kurnazlığını elinden alıp ona karşı kullanma karşı hamlesini, boyutunu getirir. Emek, kendini güncelleyip kapsamını genişlettikçe kitleselliğini genişletir. Emek kendini tanımlamayı egemen sınıflara bıraktıkça, örgütsüz kalabalık olarak kalır; ağlama duvarının, saçma, işlevsiz, güncel versiyonu olarak şekillenir. 

Daha iyi, güzel bir dünya istemi ile sınıf bilinci farklı şeylerdir. Kapitalizmin günümüz aşamasında, emeğin, üretimde ki belirleyiciliği-değer üretme bilinciyle, bir bütün olarak üretilen toplumsal değerden, gerekli düzeyde hakkını alamayan yoksulların, orta gelir grupların birlikteliği; geleceği saptayan sınıfsal ve kitlesel örgütlülük olmalıdır. Bu örgütlükte öncü sınıfı, ne belirleyecektir sorusunun tek, yeknesak, bütün ülkelerde kullanılacak sabit bir yanıt yoktur ama yine de;  öncü unsurların uluslararası mücadele boyutunda ortak noktaları öne çıkaran, toplayıcı, mücadele zeminini en azından endüstri ülkelerine yayan evrensel boyutu yaratıla bilinir ve bunun örgütlenmesi gereklidir. Bir bütün olarak dünyada ve özellikle bölgemiz Avrupa’da ilerici örgütlenmenin eksikliği yakıcı olarak kendini hissettirmektedir. Günümüz de kapitalizmin uluslararası iş bölümünden ve sömürgeci yapısından dolayı ’emek’ sömürüden aldığı paydan dolayı iş birlikçi olabilir. Bu durum emperyalist seviyeye gelmiş, yerli, göçmen emek ayrımının üst seviyeye de olduğu Avrupa’nın bazı ülkelerinde net olarak görülmektedir. Bu durum geçmişte kapitalizmin emperyalist gelişme aşamalarında kendini sıkça göstermiş, uluslararası sömürüden pay alan işçi sınıfın bazı unsurları ‘ İşçi aristokrasisi’ olarak anılmıştır. 

Mücadelenin Gerekliliği

Tarihsel gelişimin akış yönünün ve hızının belirlenmesinde bizim dışımızda determinist bir anlayışla gerek kişisel ve gerekse kitlesel mücadelenin anlamsızlığı vurgusu pasifizmin kutsanması, teorik lafazanlık teknikleri uygulamaları, siyasal hareketsizliğin savunulması, şarlatanlığın ilkel oyunu, palyaçoluktur.

Kazım Öztürk

Diyalektik yöntemin yol gösterici, asıl amacı yerine;  tarihi ve onun(tarihin) verileriyle, geleceği; sablonist, kalıpçı mantık ile tasarlamak determinizmin bataklığından kaçarken, determinizmin denizinde boğulmayla sonuçlanır. Determinist ve şablonsu yaklaşımlar ayrı ayrı ya da birlikte insan-sınıf- faktörünü yadsıyan, mekanik akılcılıkla, tarihin ve geleceğin bittiğini savunan uyduruk ‘çakma’ tarihe biçilen don lastikleridir. Ama diğer yönden diyalektiği anlamadan Marksizm’i, kutsal metin gibi kabul eder, tarihe ve geleceğe uyarlarsak, ‘dini bütün’ bir Marxsiz olarak Marksizm’in dışına yuvarlanıp, fanatizmin tartışmayan tutuculuğuna savruluruz.  

Geleceğin, falcı yöntemlerle resimlendirilmesi, ütopyanın ‘bilimsel’ kılıfı, teori ve pratiğin; kendini ertelemenin soytarılığıdır. Gelecekte her şey daha güzel olacak tümcesinin meali, sahtekârlığın adı konmadan kabullenmesidir. Geleceği bugünden kestirebiliriz, eğer şimdiden oradaysa’(3) Geleceği bugünden görebilmenin yöntemi onun için mücadele etmektir. Tarihin doğal akışının mükemmelliğe doğru yükselen bir eğri olduğu savı 18. yüzyıl aydınlanmacı, determinizmin mekanik bir göstergesi olduğu kadar, tüccar, burjuva sınıfının ‘gelecek benden sorulur, bana güvenin, sizin bir şey yapmanıza gerek yok aldatmacasının, siyah beyaz TV ekranlarından renkli ekranlara sıçramanın aldatıcı yanılsamasıdır.

Sadece farklı bir gelecek istemek, ‘umut en büyük kötülüktür çünkü işkenceyi uzatır’(4)  mücadeleyi yadsıyan duygusal uyuşturucudan başka bir şey değildir.  Daha iyisini istemek, onun için mücadele edildikçe anlam kazanır. Gelecek en basit tanımıyla, bugünün farklı geleceğidir. Bugünden bağımsız bir gelecek söz konusu değildir. Gelecekte bazı şeyler farklı olacaksa- ki olacaktır-bugüne ait bazı şeylerin farklılaşmasıyla olacaktır. Bugünü okumada ne denli başarılı olursak, yarını oluşturmada – farklılaştırmada- o denli başarılı oluruz. Başlama noktası, kusursuz gelecek günler olamaz. Başlama noktası bugünün; sorunlu, eşitsiz, baskıcı, cinsiyetçi vs. veri koşullarıdır.

 Türkiye’de ki gerici, geri dönüş kalıcı olabilir mi?

Tarihin sürekliliği, düzgün bir eğrinin hep ileriye giden doğrusal bir akışı değildir. ‘her zaman tarihsel süreçlerde, değişimin sürekliliği söz konusudur’(5) Geçmişte zorlanan, dayatmacı uygulamaların, gerici ‘mağdurları’ demokrasinin sadece seçim sonuçlarını, toplumsal akımın, geriye dönüşün aracı, tarihsel yenilgilerinin, telafi edici göstergesi olarak kullanarak, sayısal(nicel) çoğunluğu- tarihin gerçekleri karşısında hiçbir karşılığı olmamasına rağmen-  bunu paravan kullanarak-  devletin, burjuva demokrasilerinde, hiç değilse, görüntüde tarafsız yapısını yadsıyarak, geriye dönüşün aracı olarak kullanabilir. Türkiye’de gerici hesaplaşma tamda bu anlama gelmektedir. Bu geriye dönüş, aslında geçmişte eksik- yanlış- döşenmiş kaldırım taşlarının geriye dönerek, telafisi anlamına gelmektedir. Onların geriye dönüp kendilerince eksik taşları dizmesi, tarihte yapılan yanlışların onarımı değildir. Bu olsa olsa geçici gerici bir özlemin, tarihsel bir hesaplaşması olur ki döşenen gerici birkaç kaldırım taşı olarak kalır. Bu saptama devleti yeniden örgütleyen girişim ve uygulamaların hafife alınması anlamına gelmez. Tam aksine bu gerici uygulamalara karşı geliştirilecek politikaların, daha radikal olmasını sola dayatır. Demokrasiyi ve kazanımlarını savunmak için radikalleşmeli ve daha örgütlü olmalıyız. Bu demokrasi savaşımı kaypak sosyal demokrat parti ve politikalara bırakılamayacak kadar acil ve önemlidir.

Ekonomik ‘ilericilik’ içermeyen, dini motiflerin vurgulanması, bırakın günümüzde, cumhuriyet öncesi, Osmanlının son dönemin de bile, kendi yıkılışını, yok oluşunu önleyememiş, emperyalist aşamaya geçmiş kapitalizmin bazı istisnalar dışında, kasaba esnafı boyutunu aşamamış, imparatorlukların ulus devletlere dönüştüğü evrede kaçınılmaz olarak yıkılmıştır. Cumhuriyette oluşan yeni yapı; gericiliğe karşı farklılığı ve ilerlemeyi-içerdiği birçok yanlışa rağmen – göstermiştir. Devletin ele geçirilmesi sayesinde, dayatmacı, diktatoryal hesaplaşmalara bizim yanıtımız ‘eski maç çoktan bitti, siz çok öncesinden yenilerek tarihin çöplüğüne atılmıştınız, bizim tarafı olduğumuz oyun öncelikle size ve sizi yüzyıl önce kısmı olarak yenenlere karşı, daha kapsamlı ve yeni bir maç’ şeklinde olmalıdır.

 Türkiye’de gericilik; kendisine yüzyıl öncesi tasfiye eden sistemi, ‘dini motiflerle eleştiren ve özlemini dile getiren, gerileme; kapitalist sistemde kendine yabancılaşan emeğin, sistemle ilişkisinde, kaçınılmaz olarak, tarihsel güçsüzlüğünün sonucunda yenilecek olan egemen yapının kendini idame ettirmek için dayattığı, demokrasi dışı, zorbalıktır. Gericilik ve gerilemenin doğru tanımı, aynı zamanda alternatifi ‘ilerici ve ilericilik’ tanımlamasını gündeme getirir, zorunlu kılar. Gerici kapitalist sistemin alternatifi ilerici soldur. Demokrasi üretmeyen, tıkanan kapitalizmin alternatifi, yüzyıl önce tasfiye olan gericilik, liberal politikalar dayatan neokapitalizm değil,  ilerici sol politikalardır. İlerlemeci sol, sistemle olan çelişkilerinde, sürecin devamlılığında tarihsel örneklerinin gösterdiği gibi zaman içerisinde iktidara gelme mücadelesinde ve iktidarını kalıcı kılma aşamalarında kaçınılmaz olarak radikalleşir. Gericilikle mücadele, yanıltıcı görüntüler gösterebilir. Egemen sınıfların kendi aralarındaki ideolojik çekişme, solun taraf olması, kendi konumunu saptaması sürecinde kafa karışıklığına neden olabilir. Bizim bu ‘ilerici-gerici’ ayırımında, farklı boyutlarda, çözüm önerilerinde, bir tarafa karşı olmada, net görüntü verirken, bunun basit çözümlemesi, ideolojik rekabette diğer egemen görüşün yanındayız demek değildir. Somut olarak bu kafa karışıklığı seçim sürecinde kendini göstermiş, bunun yansıması seçim sonuçları solun yenilgisi olarak yorumlanmıştır. Evet, gericilik, faşizm kazanmıştır ama bu bizim ideolojik yenilgimiz değildir. Gericiliğin ‘gücü’ ilerici unsurların, zayıflığından kaynaklanır. Gücün olmadığı yerde, baskı, zorbalık kazanır. Kendini baskın ve haklı ilan eder.

Güncelden, geleceğe 

Eğer biz müdahale etmezsek gelecek daha iyi olmayacaktır. Burada müdahale saptaması, sorunlu görünebilir. Daha iyi bir tanımlama mücadele olmalıdır. Mücadele, müdahaleyi de içeren daha kapsayıcı, yaşamda çok daha fazla karşılı olan bir terimdir. ‘Gerçekçi olup, imkânsızı istemek’ (6)  bugünü doğru okumanın, zamanın akıcılığında tutarlılığını bize belletir. Güne takılıp kalmak ile güzel gelecek günleri düşlemenin yanında bir diğer üçüncü yolun olduğunu gösterir. Sadece düşlerseniz, kendi gerçeğinizin yalancısı, hayal etmezseniz, pratiğin günlük yevmiyeyle çalışan, kıt kanaat geçinmeye çalışan gündelikçisi olursunuz. Günün sonunda her ikisi de birbirine ışık yolu uzaklığında siyam ikizi çaresizliğidir. Hayal ettikçe pratiğe yönelirsiniz. Pratiğin gereklerini yerine getirdikçe; güzeli istemenin yörüngesine girersiniz. İçinde sapına kadar hayal etmeyi içeren pratik sizi alır, çok uzaklara ‘ o güzel’ günlerin yaşanacağı geleceğe uçurur. En gerçekçi olduğunuz an, aslında en hayalci olduğunuz an’dır. Ve yaşam o noktada; gerek bireysel teklikte, gerekse ortak çoklukta anlam kazanır. 

İdeolojik üstünlük

İdeoloji; alternatif yaşam biçimlerinin, üretimin mutlaka sizi zenginleştirmesi anlamına gelmediğini yoksullara, toplumsal zenginliğin uzun erimde hakça bölüşülmesinin çalışmanın zorunlu değil, çalışmama sonucunu getireceğini, issizlere anlatmaktır. Bütün bunlar; üretimin zenginlik olmadığı, çalışmanın zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanacağı, çelişki değil mi? İdeolojik üstünlük tamda budur. İdeolojinin günlük yaşamında en basitinden; sokaktaki kaldırımların ne renkte olması inisiyatifiyle başlayan, amazon ormanlarındaki ağaçların korunmasına, dünya boyutunda genişlemesine varan, ortak sorunların, ülkeler üstü sınır tanımayan evrenselliği, kuramın fiziksel boyutunun, düşünsel enginliğinin birlikte var olmasını sağlar. Yerel örneklerle yetinmeden bütüne ulaşmak, yerel yoldaşlara, uluslararası yoldaşları eklemek, ideolojinin düşünsel gücünü, örgütsel zorunluluğunu pekiştirir. Soyutlama, somut mücadelenin ilk şartıdır. İlkel var olma somutu temsil ediyorsa, gelişmiş yaşam; soyutlamanın renkli şeklidir. Somut yapıları, soyut boyutlarıyla öğrenmek ve onları yenmek daha kolaydır. Soyut yenme duygusunu tatmak , somut arayışlara açılım verir.Mücadele ettiğiniz yapının yenilebileceği duygusunu hissetmeye başlar ve bunun devamında somut hedefler için adım atmaya başlarsınız. Gün(cel), gelecek birlikteliğinde, solun ayrıcalıklı üstünlüğü, değişkenliği önceleyip, kabul etmesinin yanında sabit değerler, -insanca yaşam, ötekinin kabullenmesi, demokratik değerlerin vs.-üzerine oturması, ideolojik üstünlük oluşturmasıdır. İdeolojik üstünlük yaşamın her alanına nüfus eder. Yaşama soldan bakan, maddi yaşamın bir yönüyle yansıması olan duygu dünyasında daha güzel( farklı) roman, şiir yazabilen, daha ürpertici, etkileyici film çeken kişi ayrılıkçılığını yaşar. İdeolojik farklılık(üstünlük) orta katmanların yetkinliğinde insanlığın en seçkin eserlerini yaratmasını sağlar. Ne yapmalı sorunsalı, nasıl yapmalıya evrilir ve ideolojik üstünlük- yanıt oluştura bilmek, gerekli çözümlemeleri bize verir. Kuram, pratik birlikte mücadelenin somut hedeflerine odaklanırken, yaşamın somut sınıfsal birlikteliklerine soyut sanatsal ortaklıklar, yaşamlar ekler, egemen sınıfların karşısında ki cepheyi genişletir. Kadınlar için savaşan erkekleri, hayvan hakları için çırpınan hayvan severleri, yeşilin savunulması talepleri toplumun bütün katmanlarından taraf toplamayı becerir. Tek renk, rengârenge dönüşür.

Düşünmeden değiştiremezsiniz. Eyleme geçmeden oluşturamazsınız. Düşünmeden ve eylem yapmadan hiç bir şeyi farklılaştıramaz ve yeni hiçbir şey yapamazsınız.

Reformist kazanımlar erek saptırması, asal amacın sürekli ertelenmesi olarak kolaycı bir yaftalamayla hafife alına bilinir. Unutmamak gerekir ki bugünkü toplumsal kazanımların tamamı yüzyıllara dayanan mücadelelerin sonucun da elde ettiğimiz çıkarımlardır. 

Türkiye’nin özel koşullarında, sosyalistler; yükselen ırkçılığa karşı, her şeye rağmen toplumsal barış vurgusunu ısrarla her fırsatta dile getirmelidir. Barış vurgusu, politik mücadelenin vazgeçilmez ana unsuru haline getirilmelidir. Emek- barış kavramları Türkiye’nin özgün tarihsel koşullarında harmanlanmalıdır. Barış hareketi, kapitalizmin ırkçı, şoveniz gerçek yüzünü göstermede emek merkezli hareket etmelidir. ‘Ya sosyalizm ya barbarlık(7) sloganı söylendiği günden bugüne geçen zamanda yaşantımızda ki değişikliklerin ışığında çok fazlaca radikal, itici ve hatta ilahi gelebilir ama kapitalizmin günümüzde insanlığı sürüklediği; etnik savaşlar, cinsiyet ayrımcılığı, doğa katliamı, yoksulluk, işsizlik vs. daha birçok felaketin kaynağı olduğu bilincine varıldıkça, birinci dünya savası ve sonrası Alman Devriminde büyük bir etki yapan bu sav sözün günümüzde fazlasıyla geçerliliğini koruduğunu görürüz.

Çevreci, eşitlikçi, kadın ve erkeklerin özgürlüğü yaşadığı, refah, faşizm ve ırkçılığın olmadığı, göçmenlerin hor görülmediği, insanların doğduğu ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmadığı bir dünya ve ülke istiyoruz. Bütün bu istemler insan olmanın doğal, haklı istekleri. Bunları, bu durumları yaratanlardan istemiyor, bunları onlara rağmen alacağız, onlara rağmen kazanacağız diyoruz. İstiyor ve kazanmak için savaşıyoruz.

Anti-kapitalizm

 Kapitalist küresel krizleri ülkesel bazda hissedip, anti küreselci politikalar savunmak, ülkesel antikapitalist politikalarla pekiştirilmeyince, tekrarlandıkça başlangıcındaki anlamından çok uzaklaşan bir tekerlemenin fazladan bir kez daha söylenmesinden öteye gitmez. 

Kapitalist öncesi üretim model(leri) bu topraklarda Avrupa’da ki gelişme süreçlerini takip etmediği savı ya da saptaması, günümüz Türkiye’sinde kapitalist üretim biçiminin ve emek cephesinin güdüklüğünü açıklayan ve devamında, mücadele geleneğinin toplumsal karşılığının ve tarihsel geçmişinin zayıflığı bize ‘ne yapalım olmuyor’ kolaycılığını, kabullenmesini vermemelidir. ‘Ne yapalım’  çaresizliğin kaçamak yanıtsızlığı değil, yapılması gerekenlerin saptanması zorunluluğunu dayatır. Soru; ne yapılmalı ise, yanıt; yapılması gerekenleri içeren, kuramsal ve pratik çözümlemeler olmalıdır.

Kapitalizm sonrası, ancak kapitalizmin yıkıldıktan, dönüştürüldükten sonra kurulabilir. Mücadele içermeyen beklenti; hiç geçmeyecek trenin belki bir gün gelir aldatmacasıdır.

_____________________

N.Kazım Öztürk

(1)Terry Eagleton- Marx neden haklıydı?

(2) Guy Sataning – Prekarya

 (3) Ursula K. Le Guın- Mülksüzler

(4)F.Nietzsche

(5) Ellen Meiksins Wood-Yurttaşlardan lordlara

(6) Che Guevara

(7)Rosa Luxemburg 

 

2704780cookie-checkNerde kalmıştık, ne yapmalı?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.