İngiltere’de yaşıyorsanız evinize; bölgenizde yeni yapı, inşaat ve yatırımlar için sizden görüş isteyen mektup gelmiştir mutlaka. “Efendim biz yan binaya baz istasyonu dikeceğiz itirazınız var mı?” ya da “Yan sokaktaki evler yıkılıp AVM yapılacak, sizin için de uygun mu” gibi… Eğer itirazınız varsa ve gerekcenizde de haklıysanız sizi çiğneyip o işi yapamazlar alimallah…
İstanbul’da Gezi Parkı direnişi sırasında bir İngiliz dostum onca gürültü patırtıyı anlayamadı. Yahu “Şikayet mektubu yazar, biz park alanına AVM istemiyoruz dersiniz olur biter” dedi.
Engelliler ile ilgili yatırım yapılır engelli derneklerinin haberi yoktur. Kadınlarla ilgili yasa çıkarılır, kadınlara sorulmaz. Burası Turkey, buradaki üretimin markası Made in Turkey anam…
Bir garip çelişki de Aleviler konusunda… Aleviler’in önemli bir kısmı cemevlerinin “ibadethane” olarak tanınmasını istiyor. Devlet tam bir azgelişmişlik sendromuyla “Yahu sazlı sözlü velakin danslı ibadethane mi olur?” diye karşı çıkıyor. Ya kardeşim sana ne! Ben de (şimdi olduğu gibi) her akşam bilgisayarın başında, “iflah olmaz bir ateist olarak” hayata teşekkür niyetine iki tek yuvarlıyorum. Benim de ibadetim bu. Sen şeytan taşlarken ben gülüyor muyum?
***
Britanya Alevi Dernekleri Federasyonu’nun (BAF) başvurusu sonucunda, Charity Commission (Vakıflar Genel Müdürlüğü) İngiltere’de bulunan Cemevlerini ibadethane ve Aleviliği de “inanç” olarak kabul ettiği açıklandı. Bunun anlamı BAF da bir inanç ve çatı kuruluşu olarak Church of England ve diğer inanç kurumları ile aynı haklara sahip olacak… Bu karar; İngiltere’nin, ülkesindeki göçmen Alevileri, kendi ülkelerinden daha iyi anladığı ve ülke olarak da kendine güvendiğini göstermiyor mu?
***
Güven deyince bir anımı paylaşmak isterim. 1989’da Türkiye’nin o dönemdeki en iyi dergilerinden Nokta’nın İngiltere temsilcisiydim. Binden fazla katılımcının yer aldığı büyük bir salonda “Büyük Britanya Müslüman Parlamentosu”nun kuruluş haberini izlemiştim.
Müslüman Parlamentosu’nun Pakistan kökenli kurucusu Pakistanlı Kalim Siddiqui kürsüden bütün delegeleri parlamentonun milletvekili olarak ilan etti. Hazret çıtayı yükselttikce yükseltti ve bundan böyle Westminister Parlamentosunu da tanımayacaklarını söyledi.
“Hooops… Bu da ne diyor yahu? Şimdi İngiliz SAS komandoları çatıdan iple sarkıp, hepimizi besmelesiz katledecekler…“
Bu arada Siddiqui çoştukca çoşuyor, o çoştukca “milletvekilleri” tekbir sesleriyle salonu inletiyordu. “Yarabbi bu meczuplar kapalı salonda İslam devrimi yaptı. Biri ‘haydi’ dese, ‘vurun kahpeye’ filmindeki o meşaleli sahne Westminister’de gerçek olacak.” O değil SAS’lar patır patır çatıdan indiğinde “Birader bak ben yalnızca gazeteciyim” deyip beyaz mendil sallasam da o hengâmede işe yaramayacak.
O gün çok büyük bir habere ve tarihi bir ana tanıklık ettiğimi düşündüm. Öyle ya, maazallah Türkiye’de Alevilerin ya da Ermenilerin böyle bir girişimi olsa, n’olurdu? Siz söyleyin. Vazgeçtim söylemeyin.
Haberi büyük bir heyecanla Nokta’ya geçtim. (Nokta’nın haber merkezi de iki tam sayfa ayırarak benim görüşümü paylaşmış oldu.) Ertesi gün İngiliz ulusal basınına gözattığımda şaşırdım. Haber yalnızca gazetelerin birinde ve kibrit kutusu kadar verilmişti. Ne SAS’lar geldi, ne dönemin başbakanı Margaret Thatcher iki kelam etti, ne de ulusal medya bu “önemli” habere yer verdi…
Sanırım Türkiye’de hükümetler hatta medya, çerçevenin bütününe bakıp değerlendirme yapmayı bir türlü öğrenemedi. Kendi vatandaşından korkan devlet, çoktan tedavülden kalkmış bir hayatı hâlâ zorla dayatıyor.
Bu işin sonu hayırlara vesile olsun inşallah. Hadi sağlığınıza…