Rotterdam’da Mart ayının ilk sabahı, ruh halimiz biraz değişsin düşüncesiyle arkadaşımla çevrimiçi dersimizden önce şehir merkezindeki bir kafenin kuyruğundayız. Sıranın bize gelmesini beklerken zaten çok da gürültülü olmayan bu kafede önümüzdekilerin hararetli sohbetinden kendimi alamıyorum. Aradan bazı kelimeleri seçebilsem de bu, tüm detaylarıyla konuşulanları anlamama yetmiyor. Yanımdaki Hollandalı arkadaşımdan istiyorum benim için dinlemesini. Ayıplamayın sakın! Bazen insan kendini alamıyor yeni taşındığı toprakları asıl sahiplerinden dinlemeye. Kafeden çıktıktan sonra öğreniyorum ki akşam 21.00 sabah 04.30 kısıtlamaları kalsın mı kalkmasın mı diye tartışıp konuşuyorlarmış kendi aralarında.
Size Hollanda’daki sosyalleşme önlemlerini, diğer Batı Avrupa ülkelerinden pek farklı değilse de, yine kısaca bir özetleyeyim: Ekim ayının ortalarından beri kafeler ve restoranlar sadece paket servis şeklinde çalışıyor. Aralık ayının ortasından itibaren ise gerekli olmayan mağazalar dışında yani eczane ya da marketler dışındaki her yer kapalı durumda. Maske zorunluluğu ise karantinanın en başlarından beri toplu taşımalarda zorunlu iken, 1 Aralık’tan beri de tüm kamu binaları ve kapalı alanlarda zorunlu hale getirildi. Sokaklarda da incin top oynamayıp güruhlar varsa, yine maske kullanan kişi sayısı artmaya başladı.
Gece başlayıp sabah sona eren sokağa çıkma kısıtlamasına gelecek olursak… Hollanda hükümetinin bu uygulamasına karşı olan kişiler ülke çapında bir isyan başlattı bundan bir ay önce. Öyle ki ülkenin iç savaşa doğru sürükleniyor oluşu bile bir ara gündeme geldi, herkesin bir ürküntü sardı. Hollanda 2. Dünya Savaşındaki Nazı işgalinden bu yana herhangi bir sokağa çıkma kısıtlamasıyla karşı karşıya kalmamış bir ülke. Sanıyorum ki bu nedenle de bu uygulama bazı insanlar tarafından özgürlük hakkının ihlali olarak algılandı. Bu ayaklanmalar doğrultusunda bu kısıtlamanın kaldırılması gündeme gelmiş olsa da normalde 3 Mart’ta bitmesi planlanan sokağa çıkma yasağı, 15 Mart’a kadar uzatıldı.
İki kat maske ile kafeden elimizde kahvelerimiz ve tatlılarımızla çıktıktan sonra hadi dedik biraz yürüyüş yapalım. Yanımızdan maskesiz insanlar geçerken nefesimizi tuta tuta sonunda geldik istediğimiz yere. Tam Erasmus Köprüsü’nün dibine kadar ulaştık ki yağmur bastırmaz mı! Rotterdam havası bu, insanlarına güvenirim de havası hep sürpriz!.. Nereye kaçacağımızı şaşırdık. Hem pat diye çıkıp gelen yağmur hem de gidip oturabileceğimiz kapalı bir alan olmadığından tuttuk evlerimizin yolunu. Biz acele ederken ellerinde şemsiye, altlarında etekleriyle hava 20 dereceymişçesine bisiklet süren kadınlı erkekli kalabalığa şaşırmıyoruz artık. İkimizin de aklına buraların meşhur şu sözü düştü ki, gülümsedik ıpıslak
saçlarımızın arasından. “Eğer bisiklet sürerken şemsiye tutabiliyorsan, buranın yerlisi olmuşsun, demektir.”
Bizde olan Rotterdamlı’da pek olmayan kafe kültürü, korona virüsü nedeniyle ve mekânların da paket servise dönmesiyle yerle bir olmuşken, kış aylarının sert hava koşulları iyice memleket özlemimizi artırıyor, küsüyorum Rotterdam’a. İşin sonu nereye varır, bu üniversite nasıl biter, hiç fikrim yok şimdilik.
Hele bir eve varıp ısınıp kurulanalım, bunları sonra düşünürüz diyorum; buraların meşhur kahvecisinden aldığım Jordy’s kahvemi de yudumlarken, gönlüm yatışır mı, kim bilir!
________________
Cok akici ve harika bir yazi olmus Keyifle okudum Yazilarinin devamini bekliyoruz
Sevgili Lara
Samimi, sıcak, kaygısız ve o kadar da hoş bir paylaşım
Çok yazılarını okuruz gibi geliyor, çevrene bu duyarlılıkla baktıkça ve başkalarını tanımaya çalıştıkça, edindiğin zenginlik mutlaka taşacak ve yazıp paylaşacaksın. Bizim şirin küçük kızlarımız yetişkin olmayı, kadın olmayı ve dünyayı kendi ayaklarıyla dolaşmayı başardı, anneleriniz gururlu, ama en çok varlığınız için mutlu.