Bir şeyin ifradına varmak… [Provokatif bir fıkra yazısı]

Geçtiğimiz Pazar günü, 3 Mart 2013 tarihli Cumhuriyet gazetesinin 31924 sayılı nüshasında, 12.sayfada bir yazım yayımlandı.
Pazar günleri, günlük basılı gazetenin ve gazeteye ait web portalının dış haberler servisince yayıma alınan bu yazılar Fransa’dan tutun, Arjantin’e dek birçok ülkede bulunan Cumhuriyet’in gazetecilerinden elde edilir. Bir bakıma, ¨Foreing Correspondent¨ – dış haberler muhabirine tanınmış onun gözlemlerini aktarmak üzere ayrılan köşedir.
Farklı ülkelerdeki habercilerin, yazar ve yorumcuların, gazetecilerin çoğu kez magazin değerinde olan bu yazıları, yer aldığı bu sayfalar, gazetelerin Pazar günleri en çok okunan sayfası olarak bilinir.
Açık Gazete ‘nin gazete fıkra yazarı olarak tanışıklığımızdan daha eski olmak üzere, ta öteden beri, neredeyse on yılı geçkin bir süredir, ben de eski bir Cumhuriyet mensubu olarak Foreing Correspondent yazıları yazmaktayım.
Bu kez yayımlanan yazım Kanada’daki kedi kavgasına aitti.
Lakin yazı kedi çemkirmesi, kedi köpek dalaşı veya kedi fare kovalaması üzerine değil, Başbakan Harper’ın çalışma odasında bulunup gazetelere fotoğraf malzemesi olmuş minik bir kedicik üzerine koptu.
Haberi** en altta okuyabilirsiniz… İster şimdi okuyunuz, ister sonrasında:

Yazı yayımlanır yayımlanmaz, [email protected] e-posta adresime genel olarak hayvan severlerin, münhasıran kedi âşıklarının gönderileri düşmeye başladı.
Bir kısmı tedbirli bir dil kullanıp beni kınıyor, uyarıp kedilere pisi pisi dememi istiyordu, ki ben ne zaman kedi görsem zaten pisi pisi derim; o vakit kedilerin bir çoğu da tırnak gösterip sırtını kamburlaştırdıktan sonra üzerime saldırmaya kalkışır, hasılı kara kediliğini gösterir. Onlarla pek yıldızımız barışık değildir, ama uzaktan uzağa severim kerâtaları…

Bana gelmiş tepki içeren bü türden e-postalar, elbette özeldir, burada açıklamak gazetecilik ahlakına uygun düşmez.

Illustration by Peter Driben (1950)

Ben herbir mesaj göndericisine, yüzlerini dahi bilmediğim, hatta öyle ki bazılarının da imza yerine geçecek ad ve soyadı, ayrıca adres koymak nezaketi göstermedikleri bu yazılara tek tek incelikle karşılık verdim.
Her şeyden evvel teşekkür ettim yazıma ilgi gösterdikleri için, hoşgörülerini de rica ettim, yazıda kediciklere ve genel olarak hayvanlara karşı bir tutum izlemiş olmadığımı belirttim; vesaire…
Bu mesajlardan birisi ise pek ısrarcıydı, benim öncelikle bütün hayvan severlerden özür dilememi istiyordu. Hayvan severlerin gönüllü avukatı olan K.Ü. adlı okur beyefendi, yazımda kedilere karşı düşmanlığım olduğunu hissetmişmiş, onu vurguluyordu.
Kedi sevmeyebilirim, bir edebiyatçı kediyi yere göğe sığdıramayıp baş tâcı yaptı mı kıymetli oluyor da ondan yaka silken birisi çıkarsa niye tukaka oluyor, bunu da anlaması zordu. Mutlaka kedi sevmemiz mi gerekiyordu?
Ayrıca tepki gösteren okurlarım eğer kedi sevmiyorsanız, bunun doğal bir insan duygusu, tavrı ve davranışı olduğunu görmezden geliyor ve bu konuda görüş beyan ediyor olmamı da hiç hazmedemiyordu.
Onlara bakarsanız, insan olan kedi sevmek zorundadır…
Garip bir durum!
Yazımın sonunda bir köpek sever olduğumu söylemiş olmam K.Ü beyefendiyi tatmin etmemiş, bunu inandırıcı bulmamış ki ¨Sizin köpek sevmeniz o sizi eğlendirdiği içindir, yoksa siz gerçekte hayvan sevmiyorsunuz!¨ diye bir hüküm vermekteydi.
Karşılık olarak, ¨Yazımı siz uyardıktan sonra elli kere okudum, tekrar ve tekrar… Yazıda en ufak bir hayvan düşmanlığı varsa, vallahi ben göremedim, lütfen gösteriniz!¨ dedim; siz de şimdi okur musunuz?
Kanada basınının, tıpkı adını sadece baş harfleriyle belirttiğim okurum gibi, andavallı olanları benzer bir tutturak içinde kalıp kedi seviyor, sevmiyor falı oynamak merakında kalmış yazarları da benzer şeyler konuşmaktaydı.

Ben sadece koskoca, medeni bir ülkenin nasıl cahilâne şeyler peşinde koştuğunu, magazine yakın bir haber derlemesiyle yazmıştım.
Öyledir nitekim, kedi köpek başta olmak üzere, hayvanlara ait bir şey yazmaya görün bu işin meraklısı hemen çala pala olur, kabadayı kesilir.
Sizi insanlara karşı düşman ilan etmeye kadar vardırır lafının gidişini…
Şimdi eğri oturalım, doğru konuşalım:
Sabahlara kadar konuşulsa, abartılı bir biçimde hayvan severliği öne çıkaran insanların iknâ olması mümkün değildir; bunu da iyi bilerek mayınlı bir alanda fikir gezisi yapmaktayım.
İnsanın hayvanlarla ilişkisi kabaca iki türde yer alıyor, birincisi doğadaki havyanatla ilgilidir. Onları avlarız, onlardan kendimizi koruruz, üretim sürecine sokarız yani onların egemeni oluruz, yahut bizi kuytuda kıstırırlarsa yem oluruz, ham yaparlar!
İkincisi ise yaltak köstek dolaşıp da gelip, mağara adamının sıcak ateşi çevresine toplanan kedi köpek gibi evcilleşmeye meraklı olanıdır; kedi köpek bunların başında yer alır…
Modern hayatımızda, evcil hayvan listesini bugün artırmış bulunuyoruz.
Evcil hayvan bulundurmak, onunla yaşamak, özellikle Sanayi Devrimi ardından kutucuk evlerine kapanmış kitle insanlarının doğaya karşı bir öykünmesidir. Pencere pervazında çiçek yetiştirmek neyse, biraz ona benzer…
İnsan tabiata söz geçirmek sevdasını, tabiatın kolayca baş edilemeyen akışına yenik düşmediğine inanmak üzere, bin türlü zahmetine de katlanarak kedi ve köpek beslemekle bu duygusunu yaşatıp ayakta tutar.
Kedilerin köpeklere karşı daha evcil olmaları, temizpak sayılmaları, onların fıtratından-varoluşundan kaynaklanmaz, onlar tabiatta da kakalarını örten, temizliğine bu anlamıyla dikkat gösteren, ikide bir patilerini yalayıp -anneme bakarsanız abdest alan- hayvanlardır, sizi çok düşündükleri için çişini kakasını oraya buraya yapmıyor değildir, o zaten öyledir.

Buna karşın köpeklerin bir evde varlığı, sizin titiz, az biraz temiz olmamanıza, birazcık da af buyrun ama pasaklı bulunmanıza bağlıdır; ne kadar az titizseniz köpekler o kadar mutludur evinizde…
Eğer bu duruma uymuyorsanız, vay halinize, elinizden süpürge, toz bezi düşmeyecek demektir…
Kedi ve köpek tabiata ait canlılardır, onları seviyoruz diye alıp insanîleştirmeye çalışmak, onlara önce bebek – aslına bakarsanız yavruyken ne kadar da tatlıdırlar, zaten bütün hayvanların yavrusu sevimlidir, yılanın bile yavrusu bazen göze hoş görünür; solucan zannedersiniz!- , sonra çocuk, daha sonra evin haylaz delikanlısı gibi muamele yapmak insanın tedavi kabul etmez bir zâafıdır.
İnsan kedi ve köpeğe sahip olmakla doğaya baş eğdirdiğini zannediyor.
Bunu söylerken bugün, onbinlerce yıldan beri insanların çevresinde yaşamakla artık kent, kasaba, köy nüfusuna dahil olmuş, bırakırsanız tabiatın azgın kollarında yok olacak bu hergeleleri sokakta aç açına haytalığa terk edelim demiyorum; zinhar, asla ve kât’a…
Onbinlerce yıldır ayaklarımıza demân olan, her köşede miyav miyav, hav hav karşımıza çıkan bu dostlarımız olmaksızın ne artık biz yaşayabiliriz, ne de onlar…
Münekkidlerimden birisi, yani eleştirenlerimden en azılısı, ¨Siz başka hayvanları da sevmezsiniz, siz insan bile değilsiniz!¨ gibi ağır bir şey söylemişti; güldüm geçtim…
Evet, ben mesela yılan, çıyan, akrep, fare, tahtakurusu, bit sevmem…
Gergedanı da ilginç bulur, dört ayaklı tavuğa benzetir, onu da Eugene İonesco ‘nun eserinden beri pek sevmem.
Balığı severim, sofrada…
Galiba, kertenkelesi bir yana, fakat İguana’yı da seviyorum, Tennessee Williams ‘ın İguana Geceleri adlı eserinden beri….
Ancak yan yana gelirsek geçinir miyiz, kestiremiyorum; ne var ki onun ağababası Komodor Canavarı ‘nı hiç hazetmem…
Ha bakın zebraları, zürafaları severim, bununla birlikte bilmem ki hergün beraber olsak geçinir miyiz?
Eşeği çok severim, hep bir eşeğim olsun istemiştim.
Bir kavuk da uydurduk mu, Nasreddin Hoca olması işten değildir…
Atı da severim, bakın onun dostluğu köpeğe göre daha iyidir; galiba…
Kuşlardan sevdiğim var mı diye düşünüyorum da leylek aklıma geliyor, hani gezgin deyince o akla gelir ya… Kuşların Evliya Çelebisi…
Mesela ben köpek severim, kediye göre tercih ederim, oyuncudur, kendisini besleyene karşı güyâ sadakât gösterir ki biz buna hayvanın bağlılığı deriz…
Lakin kim bilir köpekler bir sonraki öğünü garantilemek adına mı sadıktır, yahut onlar bu köle-efendi ilişkisine içten içe ne der…
Köpeği korunmak, saldırganlaştırıp hava atmak, avlanmak, gösteriş için, hatta güç ve toplumsal seviye bakımından sembol olarak görüp seveni de vardır; insanın neyi sevdiğine ait bir cetvel yok ki, nasıl ölçelim?
Kedi severlerin ise daha bağımsız kişilikli oldukları söyleniyor, güya onlar da kedilerin burnundan kıl aldırmaz tavrını kendilerinde arıyorlarmış, kediyle özdeşleşiyorlarmış; ben nereden bileyim, Freud ‘ün çömezi miyim?
Ama bir gözlemimi eklemeden geçemiyorum: Uzun yıllar kedisiyle yaşamış, mesela kimi hanımefendilerin, bir süre sonra, gide gide o kediye benzediklerine de hayretler içinde kalarak tanık olmaktayım; siz de buna şahit oldunuz mu hiç?!
Hayvanlar âlemine dair şeyler masallardaki gibi kalsa iyi olacak, bu kadar hır gür çıkarmaya değmez!
Kedisine benzemeye başlamış yaşlı hanımlar da bana kızmaz…
La Fontain kitaplarını hep beraber karıştırıp okusak ne güzel olur…
Hâsılı ve netice-i kelam şudur…
Kedi ve köpek sevgisini anlamak zor değildir, fakat bu sevgiyi abartılı hâle getirip insan sevgisine eşitlemek, hatta biri olmazsa ötekisi hiç olmaz demeye kadar vardırmak, ateşe el sokmaya hazır olan yazarların, düşünür ve entelektüellerin, toplumsal eleştirmenlerin artık ele alması gereken bir şey gibi görünüyor.
Efendim, demem o ki, kedi köpek için bu kadar kıyamet koparmaya gerek yok!
Aklınızı başınıza alın, ifradına varmadan tadında bırakın…
Bir şeyin ifradına varmak cehaletin öteki adıdır.

_______________________

* Mart 2013, [email protected]
**

1593000cookie-checkBir şeyin ifradına varmak… [Provokatif bir fıkra yazısı]

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.