Hindistan’dan telefon geldi: Alooo…

Elim köfte hamurundayken, mutfakta telefon çaldı!
Köfte harcı yoğuranı iyi bilir, adamın eli vıcık vıcık olur.
Ele yapışan dana kıymasını avcunuzdan hemen çıkaramazsınız; dana, ahırdan zıplaya hoplaya kolay çıkar ama!
Müşkil meseledir yani…
Telefona yetişmek için bir iki dakika gerekti; o zaten ısrarla çalıyordu…
Danayı, elimi yıkayım lavaboya akıttım, telefonu açtım: “Aloooo…”
Telefondaki, internet üzerinden satış yapan bir ilaç dağıtım firması adına arıyordu.
“Medical” ile başlayan bir şirket adı söyledi ama, vallahi aklımda mı kaldı!
Makinalı tüfek, mitralyoz gibi ardı arkasına bir sürü şey sıraladı, teklifler verdi; Biz onlardan ilaç almalıymışız!
Biz, ailecek, ABD’de Purdue Üniveritesi’nin çalışanlarına yaptığı sağlık sigortası kapsamında bulunuyor ve ilaç icap ettiğinde, – ki zaten ilaç kapitalizmi, maşallah, sizi ne yapıp edip ilaca muhtaç ediyor-, dev eczaneler zinciri olan CVS mağazalarına koşuyoruz.
CVS’lerden gayet memnunum.
Bir kere, tezgâh arkasında çalıştırdığı eczacıların tamamı yüksek öğrenimli olan cici bici kızlardır…
Cici kızlar olması, yüksek öğrenimli olmalarından daha önde gelir…
O hâlde niye eczanemi değiştireyim?
Ne ki ABD’de internetten daha ucuza ilaç alabilmek olanağı olduğundan eczane piyasasının, Federal kayıtlara göre, daha şimdiden yüzde 35’lik pasta dilimi beni arayan Hintli’nin çalıştığı online-eczanelere kaymış bulunuyor.
Yerleşik eczanelerle, internet üzerinden satış yapan, bir başka deyişle sanal eczanelerin arasında kıyasıya rekâbet hâlen sürmektedir.
Üstelik, sanal eczanelerin “generic” adı verilen, taklit-çakma-tel maşa tarzı ikinci kalite, ama ucuza ürünleri satması bu rekâbeti yerleşik eczaneler aleyhine sürdürmektedir.
Çin pazarından elde edilmiş türlü ilaçlar, CVS gibilerin fiyatlarının neredeyse yarısına yakındır; eh, satın almak kimilerine cazip görünüyor.
Beni arayan Hintli satıcı, CVS’deki ailemizin ilaç kayıtlarına nasılsa ulaşmış bulunuyordu, ezbere okumaya başladı.
Belli ki internet üzerinden bunları da “hack” ediyorlardı.
Sırrımız âlemin elinde, ama şimdiki durumda Hintli’nin ekranında…
Yapışık, vıcık vıcık bir satıcı, ben istemem dedikçe sıralıyor, siftinip duruyor.
İlle beni müşteri yapacak, aklınca; ben kül yutar mıyım?!
Sonunda, beceremeyeceğini anlayınca, işi ahbaplığa vurmaya kalkıştı:
“Adınız Mahmut,” dedi, “Arap mısınız?”
Hay Allahın cezası! Kafkasya’dan gelmiş süt beyazı aile çocuğunun palmiye görmeye tahammülü olur mu; ne Arap’ın yüzü, ne Şam’ın şekeri…
Açıkladım, “Türk’üz, türkü çığırırız!” dedim…
Fakat “Mahmut” derken, sanki kırk yıllık asker arkadaşım gibi sesleniyor ve gayet güzel bir İstanbul aksanıyla söylüyor.
Tebrik edeceğim tuttu!
“Bir Amerikalı gibi Mahmut, demiyorsun!” dedim, “ortasında H harfini hırlayarak ne güzel söyledin…”
“Ben Amerikalı değilim ki zaten,” dedi, “Hindistan’da yaşıyorum, Hintli’yim…”
Gucerat Eyaleti’ndenmiş…
“Şimdi orada mısın” diye bön bön sordum, “Ben hayatım boyunca buradan bir yere adım atmadım ki” diye karşılık verdi.
Bir kent ismi söyledi, ama bakın onu da hatırlamıyorum…
İki kutu ilaç satacağım diye, ta oralardan beni arıyor zavallı; ekmek parası işte…
Eğer müşterisi olsaydım, oradan bana nasıl ilaç göndereceğini sordum…
“Mahmut!” dedi, artık senli benli olduk, bir daha ararsa, “N’aber lan, Mahmutcuğum” demesi mümkündür.
“Ben göndermeyeceğim ki, ABD’deki depodan gelecek ilaçlar, ben sadece telefon pazarlaması yapıyorum…” diye durumu açıkladı…
Anlaşıldı! İnternet üzerinden ucuza link hatlarını kullanarak, dahası günde 1 Dolara şakır şakır İngilizce konuşan Hintli emekçiye bu işi yaptırarak, CVS gibi mağazaların ocağına incir ağacı ekecekler…
Ben köftemdeki karbonat kabarmadan işime dönmek telaşesindeyim, o uzatıyor: Bulunduğu kenti anlattı, evliymiş, birkaç çocuk ismi saydı, liseden sonra üniversiteye gitmiş ama tamamlayamamış; falan filan… Çok enteresan gelmedi anlattıkları, yarım kulak dinledim…
Vedalaşırken, “Aman sağlığına sıhhatine dikkat et, bak arkadaş olduk, her zaman iyi haberlerini beklerim ha!” diye zor ayrıldı benden. Korkarım, birkaç gün geçmeden, aspirin satmak için arayacaktır.
Bu duruma çok şaşırmadım, aslına bakarsanız…
Uzak Asya ve bazı Afrika ülkelerinde, ABD firmalarının ofis kiraladığı, internet-uydu aracılığıyla canı nereyi dilerse Amerikan evlerinden birine telefonla merhaba dediğini biliyoruz.
Geçen yıl, bir filtre kahve makinası almıştım: iyi bir markaydı, İtalyan espresso da yapıyordu.
Haftası geçmeden arızalandı.
Mağazaya götürüp iade etmeden evvel bir sorayım istedim; üzerinde “800”lü, bedavaya aranan danışma hattı vardı. Aradım!
Danışmayla konuşuyoruz, arkadan çocuk sesleri ve hatta bebe ağlamaları geliyor.
Adam da çok sevecen, tıpkı Hintli dostum gibi adımı doğru söylüyor.
Dayanamadım, sordum: Adı “Raşit” imiş… “Af edersiniz, çocuklar yaramazlık yapıyor, bebeğin de gazı tuttu, amcası” dedi.,
Ben amcasıyım ya… “Ellerinizden öperler!”
Özbekistan’ın gelişmiş bir köyünden internete bağlanıp bu işi yapıyormuş.
İngilizcesi gayet mükemmel olduğundan ilgili firmaya başvurmuş, bir laptop ve bir telefon hattı tüm sermayesidir…
Bir de İngilizcesi…
Raşit, Özbekistan’dan kahve makinasındaki sorunu çözemedi, orasını burasını elledim makinanın, ama bu kez iyice bozarsam hiç iade edemem diye, Raşit’e teşekkür ettim; kapattım.
Yaaaa, ABD’de telefonlu ve alo’lu durumlar, işte böyle…

1592530cookie-checkHindistan’dan telefon geldi: Alooo…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.