Kaldırım mühendisi olsam…

Amerika’ya sağ diz kapağımda kabuk bağlamaya başlamış bir yara, sağ elimin avuç içinde bir morluk ve şiddetli sancıyla geri döndüm.
Haydarpaşa Hastenesi acilinde çekilmiş el ve ayak röntgenleri çantamda…
İskeletimi merak eden dostlara gösteriyorum.
İki hafta evvel, İstanbul Kadıköyü’nün Rıhtım semtindeki bir arka sokağında yere düşüp kapaklandım. Avâre olduğum doğrudur, aklım bir karış havada dolaşırım, ama gelgelelim önüme hep dikkat kesilirdim… Bu kez talihim beni, bir bakkal dükkânı önünde kaldırıma araba park etmesin diye “Bakkal amca” tarafından dikilmiş 10-15 santimlik demir bir kazığın çelmesine taktı. Güpegündüz yürüyordum, takıldım, düştüm. Çok sıradan değil mi?
Sıradan olmayan tarafı şu ki düşmek denilen şey insanoğlunun dört ayaktan iki ayağa geçtiği zamandan beri yaşamında bilinç kaybına eş olan tek eylemidir; asla kabullenemediği…
Öyle ya, dört ayaklı omurgalılar familyasından düşen hiç olur mu? Olur!
Kedi, mesela, dört ayak üstüne düşer…
Atlar koşuda düşer! O güzelim İngiliz tayların ince bilekleri kırılırsa, ölmeye bırakılır…
Tarzan gibi daldan dala sıçrayan hayvanlar arasında düşen varsa bunu doğal seçim yasalarıyla açıklayabilirsiniz: Tabiatta güçlü olanın ayakta kalması, adına…
Ne var ki uygar insanın yaşadığı kentlerde, kaldırımların “Mehtapvâri!” sosyal Darwinizm’ine deney alanı olması asla kabullenemez…
Kaldırımda kapaklanan birisine, kahvehane önünde tespih çekip gelen geçeni sarakaya alanların kahkaha atmalarının nedeni de ilkel Darwinizm olsa gerekir.
Benim düştüğüm bakkal önündeki tuzağın az ötesinde bir kahvehanede üç beş kişi vardı, yerlerinden kalkmadan, onlar da güldüler. Ben yaşamımda hiç düşene gülmedim, güleni de hiç haz etmedim.
Bakkal amca’ya gelince… Yerden oramı buramı yoklaya kollaya ayaklanıp, bir hışımla dükkânına girip, ona park yasağı yapmak için kaldırıma gelişi güzel kazık dikemeyeceğini söylediğimde, “Sana mı soracağım,” diye bir yanıtı yüzüme tokat gibi yedim.
Başıma gelenden dolayı bir üzüntü emâresi yüzünde gezinmeyince, ona kanayan dizimi ve avucumu gösterdim. “Bana ne düşmeseydin ulen!” yanıtı da gecikmedi. Polise ve belediyeye gitmenin de bir yararı yoktu. Zamanıma, parama, öteki işlerime yazık olacaktı… Onlar yerine Acil Servis’e gitmeliydim.
İstanbul’un keyfe göre dikilmiş saksılık, kazık, tabela, direk, çadır tentesiyle, pazarcı ipleri arasındaki kaldırım cangılını ben mi düzeltecektim, sanki?
Adam olaydım da kaldırım denilen Sır’ât Köprüsü’nden geçmeyi öğreneydim!
Kaldırımlarını düzenleyememiş bir toplum, bu kazadan beri habire düşünüyorum da, bence insanını harcamaya razı olmuş bir tür kabile toplumudur. Kaldırımlarında standart ölçüyü uygar yurttaşlarına sunamayan bir toplumda öteki işler, deveye sırtındaki kambur sorulduğunda “Nerem doğru ki” yanıtını vermesinden öteye geçmez…
Dahası, kaldırım denilen yürüme alanları kentlerimizde ve belediyeciliğimizde en çok “ihale gören,” diğer deyişle her seçimden sonra taşları sökülüp yeniden takılan en bereketli inşaat yeridir. Belediye başkanları ilk icraat olarak kaldırımları söktürür, yeni taşlar getirilir, günlerce hummalı çalışmalar sürer, ardından bir sokağın 5 farklı seviyede kaldırımı olur, taşlar kısa sürede yerinden oynar, özürlü ve yaşlı yurttaşlarımızın oradan geçmesini bir yana bırakın sıradan insanlar düşe kalka, hoplaya zıplaya kaldırımda ayak sürter.
Kadıköyü’nün CHP’li Belediye Başkan’ı Selami Öztürk kaldırımlarda yürüyen hemşehrilerimin oyuyla üç seçimdir makamında basına poz verir. Eğer röntgen filmlerimin sebebi olan kazıklı kaldırımı görmek isterse, sayın Başkan’a Yurtiçi Kargo’nun Rıhtım’daki şubesinin bulunduğu sokağa gitmesini salık veririm.
“Aman Başkan, dikkatle geçiniz oradan! Hatta zabıtalarınızın koluna giriniz! Allah muhafaza etsin.”
Kadıköyü’nde böyledir de başka yerlerde nasıldır, tam bilemiyorum. Ben İstanbul’u bilir, bir tek onu tanırım, başka kentte yaşamadım ama herhâlde oralarda da aynıdır.
Örneğin, Eskişehir’de işler nasıldır, yurttaşlar bulutlara baka baka yürümek zevkiyle kaldırım arşınlar mı orada?
Başka kentlerde yaşamadım, ne ki bu sözüm Türkiyem için geçerlidir.
Ama ABD’de yaşadım, yaşıyorum.
Buranın kentlerinde bulundum, bulunuyorum.
Şimdi bu züppelikle kaldırım kıyaslaması yapmaya kalktığımı sanmayınız…
Kıyas yapacak hâl mi var bende: Elim şiş ve canım acıyor! Dizimi zor büküyorum.
Diyeceğimin hepsi buydu…
“Perişan Sokak” hâllerindeki ülkemin kaldırımları için kaldırım mühendisi olmak varmış; yazık ki onu da olamamışız.

1592280cookie-checkKaldırım mühendisi olsam…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.