Peçeli Fıstık*

Kaç göç zamanlarının haremlik-selamlık durumları çoktan geri kaldı derken, bunu iddia etmek ve burnu dikine pek gitmemek gerekiyor.

Üstâdımız edebiyatçı-gazeteci Ahmet Râsim’in toprağı bol olsun, o sık sık bize eski İstanbul tramvaylarındaki haremlikleri anlatırdı.

Biz o zamanlara yetişmedik, diye ter ter tepinmeye gerek yok, o zamanlar hamdolsun bize yetişti.

Hoş, haremlik-selamlık henüz kamu taşımacılığında yok, yok olmasına, fakat hareme kendisini atmaya hevesli hanımefendiler var ve onlar dünden buna hazır ve nâzır, hatta tedarikli dolaşıyorlar.

İspanyol filozof Jose Ortega ý Gasset’in “Tarihsel Seviyelerin Alçalışı” adını verdiği, “zamanların gerçek zamanını şaşırması” durumunu, kamu taşımacılığı yapan İstanbul Belediyesi’nin İETT otobüslerinden birinde, Kadıköyü’nden hareketle İbramağa durağındaki Natulius Alışveriş Merkezi’nden geçerken yaşadık; filozofun felsefesine belediye aracında tanık olduk.

Hikâyemiz, otobüs yolculuğunda ayakta seyahet eden iki hanıma aittir.

O gün kara çarşaflı iki hanım, sözünü ettiğim duraktan podyuma çıkan manken edâsıyla, iki sıçrayış bir silkinişten sonra otobüse bindi. Kara çarşafa girmiş yürüme özürlü, raşitik adımlar atan, çapaçullu gibi değillerdi. Üzerlerinde bir âsalet sıvasının zırhı sıvalıydı.

Önde olanı çok çok ellilerinde bir hanım, ötekisi daha yirmisini aşmamış bir tazedir…

İkisi de kara çarşafın yüzü açıkta bırakan kesiminden anlaşıldığı kadarıyla bakımlı, alımlı…

Ellisinde olduğu su kaldırmaz olanı anne, teyze, yahut büyük abla tavırlarında; Akbil’i ücret ödeme makinasına o basıyor, arkasındaki çömezine sahipleniyor… Anaç tavuk gibi!

Ellilik çarşaflı hanımın kaşları usta bir el tarafından alınmış, hafif bir kalemle siyahlanmış, cildi parlak, yanakları allıklı, gözler velfecri okuyor… Çarşafı çenesinden sıkılı, o yüzden dudakları ortada: İyisinden bir ruju az evvel bayanlar tuvaleti aynasında dudaklarına çektiri çektirivermiş; belli…

Yirmili yaşlarında olduğu, nazenin bedeninden, çıt diye ortasından kırılacak taze söğüt dalı gibi belinden anlaşılan ötekisi diğerinin ona sahiplenip kol kanat germesine pabuç bırakır cinsten değildir; ona hiç eyvallahı yok… Salına salına geliyor, otobüsün oturan yolcularla dolu koltukları arasından koridor boyunca aracın salınımına uyarak yürüyor, gelip gelip tam da benim orta sahanlık boşluğuna bitişik penceremin önünde duruyor; aramızda 50-60 santim ya var, ya yok… Cüzdan boşaltan bir parfüm kokusu ânında çarşafından yayılıveriyor. Bunca şatafata ve şetârete karşılık niye taksi tutmazlar yahut kendi Jeep Cherooke’lerine binmezler; anlaşılmaz bir durum. Belki öylesine denk düştü; durakta otobüs belirince birden bire, kendilerini içerde buldular: Şimdi tam karşımdadırlar…

Bu genç hanımın yüzü bir ay parçası; maşallah… Refik Halid Karay’ın “Bir İçim Su” yapıtı bunun için yazılmış olmalı, yahut oradaki bir içim su gibi olan kızcağız, hikâyeden çıkıp şimdi otobüse binmiştir. Gözler birer badem, kömür siyahı, kocaman… Göz farlarıyla bu bademlere bir aydınlık çerçeve çizilmiş, göz makyajı tamam, kirpikler rimelli; rimellemese de olur… Karacaoğlan’ın dediği gibi, “kirpikleri ok gibi”dir! Yanaklarda belli belirsiz bir allık tozuntusu var, hepsi bu… Dudaklarını göremiyoruz, kara çarşaf altında ama belli ki bu yüze yakışan bir çift dudak orada kıpır kıpırdır; dişlerine dişçi kerpeteni girmediği de cabasıdır. Çarşafını, hafifce kalkık burun kemiğinin altında sıkılamıştır. Nefes alıp verdikçe çarşafın peçesi, tıpkı burun delikleri gibi açılıp kapanıyor, meltem rüzgârı yemiş İzmir kumaşı, Salihli basması, Şile bezi gibi havalanıyor.

Bu iki kara çarşaflı hanımın dışarıya karanlık rengi veren giysileri, öyle bildik, harcıâlem çarşaflardan değildir: Mat renkli, güneş soluğu, eski püskü, buruş buruş değil, tam tersine parlak ama saten cırlamasında olmayan, ipekî kayganlığında ancak naylon ucuzluğunun tezgâhında toplanmamış, Mahmutpaşa’dan yahut Salı Pazarı’ndan alınmamıştır. Çarşaflara bakıp içe giyilmiş giysileri, etek ve bulüzleri, iç çamaşırlarını, hatta söz meclisten dışarı dantelli külot çoraplarını, hatta hatta jartiyerlerini hayal etmek mümkündür. Birkaç durak sürecek olan, ne ki Allahtan bu sıkışık trafikte uzayacak otobüs yolculuğumda, gördünüz mü, oyalanacak bir şeyler çıktı işte…

Az evvel, alışveriş merkezinden çıktıklarından elleri kolları paket paket torbalar, poşet ve mağaza çantalarıyla doludur. Onları, çarşaflarının altından dışarı sarkan elleriyle taşıyıp getirdiler ve tam önüme bıraktılar. Yorgunluğu anlatan birer iç geçirişle soluk alıp verdiler, çevrelerine şöyle bir kaçamak bakınıp sonra hiç konuşmaksızın dışarıyı seyre başladılar. Genç olanı, birkaç dakika geçti geçmedi, çantalardan birini açtı, içinden bir kuruyemiş paketi çıkardı: Karışık çerez, leblebi ceviz, fındık, fıstık!

Ellisinde olan hanıma kuruyemiş dolu kesekâğıdını uzattı, beriki kafa sallayıp istemediğini belirtti. Şimdi, genç hanımın sağ eli iki parçalı kara çarşafın üst kısmının alt tarafından bir kukla tiyatrosu oynatıcısının perdeye sarkan kolu gibi dışarıya çıkmıştır, kol ve el açık paketi ustalıkla o seviyede, tam göbeği hizasında tutmaktadır. Öteki eli, sol eli de dışarıya o çarşafın altından çıkar. Şimdi de sıra fındık fıstığı yemeye gelmiştir. Acaba, çarşafın yüzün yarısını kapayan peçe kısmını indirecek, az evvel hayalini kurduğumuz dudaklar ortaya çıkacak mıdır? Ne gezer!

Genç hanım, sol elinin tuzluk gibi yaptığı ilk üç parmağıyla kesekâğıdından bir tutam fındık fıstık alır, sol el tekrar karanlığa dalar, göbek hizasından sütyen ölçüsünü ancak hayal ederek kestirebileceğimiz göğüs nâhiyesini aşar, bu arada çarşafın içinde bir hareket, bir dalgalanma, âdeta deniz dalgasının kabarışı gibi bir kıpırtı olur. El yüzdeki peçenin altına ustaca uzanır, parmaklar dudaklara dokunur ve fıstıklar ağıza bırakılıverir; sol el bu mal teslimatından sonra geldiği gibi ustaca geri dönüş yolunu bulur ve tekrar kesekâğıdına gider. Bravo doğrusu; bu ne sanat, ne beceridir!

İki yüz gramlık fıstık paketini bu yolla boşaltıp kuruyemişleri birkaç dakikada ağzına dolduran genç hanımın bu becerisine hayran olmalı, ona iltifat etmelidir; ama buna müsaade, sanırım olmayacaktır. Kaşları, dışarıdan bir erkeğin müdahalesine karşı hazırlıklı ve çatılmış durumdadır, zira o benim, hatta başkalarının ona bakışından da rahatsızdır.

Bir genç hanımın, kara çarşaf altında fil hortumu gibi inip çıkan, fındık fıstığı çarşaf altında ezip parçalayan görüntüsü günümüzün fıstıklarından birine aittir:

O bir Peçeli Fıstık’tır.

__________________

* [email protected]

Editör notu: Bu yazı Açık Gazete yazarının ABD’ye geçenlerde taşınmasından kısa süre evvel, İstanbul’dayken yaşadığı bir olaya ait gözlemini aktarmaktadır.Yazarın Türkiye’ye ait son gözlemlerinden biridir.

1592110cookie-checkPeçeli Fıstık*

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.