İpimle kuşağım*

Aylaklık sonradan olmaz, insanın paçasına doğar doğmaz yapışır; doğum lekesi gibidir…

Aylak adam, sanıldığının tersine doğuştan meslek sahibidir; mesleği aylaklıktır… Bir toplumda aylaklar olmasaydı, yasaları yorumlayan, onları eleştiren kimse de olmazdı. Buysa, insanlık adına ne büyük bir felakettir, bilemezsiniz!

Aylak adam, toplumsal denetimden kaçan adamdır. Risk almaz, başına bela sarmaz, sıkıntısız tasasız yaşar; oh, ne âlâ!

Yakasına, toplumun gelenek ve görenek denilen acımasız eli yapışmasın diye hiçbir yere ait olmadan yaşamaya çalışır; bu nedenle işi, aslına bakarsanız, düzenli iş-güç sahibi adamınkinden daha zordur. Aylak insan, geleneksel toplumun bir ehlileşmiş parçası olamayacak kadar kendi başına buyruk, cemaatin yaşamına uyumlu kalmayacak kadar kaygısız ve umursuz bir topluluğun insanıdır. Demek ki aylak, toplum adı verilen ortaklık sözleşmesinin kiracısı olmaz ve o nedenle ıslah edilemez insandır. Yine de ıslah etmeye kalkışırlar…

1531 yılında, İngiltere’de aylaklar o denli çoğalmıştı ki onlar için Parlamento’da yasa çıkarılması gerekti. Bu yasaya göre, aylak şöyle tanımlanıyordu: “Bedensel eksikliği ve özrü bulunmayan, çalışmaya muktedir, toprağı ve efendisi olmayan, geçimini sağlayabileceği yasal herhangi bir malı, zanaati ya da hikmeti bulunmayan erkek ve kadınlar.”

Yasaya bakılırsa, madem ki aylağın ne toprağı ne de efendisi vardı, o hâlde cezalandırılamazdı da… Ne güzel! Tam da benim aradığım gibi…

Zaten, aylaklığın 1531 tarihli yasal tanımı bana tam uyuyor; biçilmiş kaftan…

İngilizlerin 1531 tarihli yasasından yetmiş yıl sonra, aylaklığın sonu gelmeyince, 1604’de bir ‘Damgalama Yasası’ da çıkarttılar. Ortalıkta dolaşan kaldırım mühendisi boş gezenlere damgayı basacaklardı.

Şöyle buyuruldu: “Deriye ve ete o şekilde dağlanıp işlenmeli ki ‘R’ harfi her taraftan görülsün ve böylece bir alçağın üzerinde yaşamı boyunca sürekli bir işaret olarak kalsın.”

R harfi dediği, Shakespear dönemin İngilizcesi’nde ‘alçak’ anlamında olan ‘Rogue’ sözcüğünün ilk harfidir.

İngiliz yasaları aylaklığı alçaklık olarak damgalarken, Osmanlı’da Karagöz baştacı edilmiştir; vay bana vaylar bana…

Siz, Karagöz’ü yoksa saf, saftoron bir zevzek mi sanırdınız! Hayır beyim, hayır: Karagöz su katılmamış bir aylaktır! Onun iş güç kuracağım diye kalkıştığı her macera, aslında, kurulu düzenin eleştirisidir. Dedik ya, aylaklık eleştirmektir; bu, herkese nasip olmaz! Eleştirmek var, eleştirir gibi içine etmek var; ikisi ayrı şeylerdir.

Lakırdıya nereden geldik diye merak edenlere işte yanıtımız: Bodrum, bir vakitler, aylakların yahut diğer deyişle eleştirenlerin mekânıydı; ya şimdi… Bodrum bir zamanlar Karagöz’ün gelip yerleştiği yerdi; yoksa fark etmemiş miydiniz?

Bodrum’u baştan sona dolaşınız, göreceğiniz şimdi hep aynıdır: Köşe dön, baba dön koşususuna çıkmışlardan başkası mı var ortalıkta…

Sokaklarında kasabamızın, köşeyi dönüp dönüp durduktan ve yine döndükten sonra başı dönerek duvara toslayan ne oldumcuklarla karşılaşırsınız yahu…

İstemem, sizin olsun! İsteyene otuz daire, kırkbeş villa, yetmişbeş adet tarla versinler; aylağa özgürlük yeter!

Karagöz olmak işte budur; elinin tersiyle, Bektaşi tavrıyla, dünya malını öteye itelemektir…

Karagöz dediğin öyle bir adamdır ki onun bu dünyada ‘orasıyla şurası’ ve ‘ipiyle kuşağı’ vardır.

Anladın beni değil mi, ey asil ve aylak Bodrum!

Yıkmadan perdeyi eylemeden vir’ân, bana müsaade, gideyim haber vereyim sahibine hem’ân …

[email protected]

*Bu yazı GazeteKent’te de yayınlanmıştır

1591950cookie-checkİpimle kuşağım*

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.