“Pislik” Frank Sinatra…

Açık Gazete’nin dışhaberler sütununda ABD kaynaklı olan gazete yazıları, fıkraları yazmak benim buradaki işim!

Şimdilerde, ağız alışkanlığıyla, köşe yazısı denilen şeyin, aslında gazete fıkrası olduğunu bir anımsatıp lakırdıya devam edersem, demem o ki, size “Ah benim ülkemde keçiler hoplar, kediler gerinir, yapraklar dökülürdü, hele bizim köyde bir Osman emmi vardı” diye yazı yazmamalı, buradan hikâyeler anlatmalıyım. Aslî vazifem budur, açık-saçık gazetemizin ABD muhabir-yazarı olarak…

Ama, bazı bazı, anavatanda öylesine olaylar, gelişmeler olur ki dışarıda bulunup yabancı ülke gözlemlemekten bir an için dikkatiniz ülkenize döner. Hele bizim ülkemiz gibi 24 saati olayla dolu topraklardan “nazar-ı celbinizi” başka istikâmete çevirmesi zor olur.

İşte, son bir haftadır, ne yazsam da millî meselelerden birine parmak bassam diyorum, yerimde kıvranıp duruyorum. Sonunda, yazar dediğin kalemiyle laf eder, diye aklıma bir Amerikan hikâyesini size anlatmak geldi; hasılı vaz geçtim ülkeme dair yazmaktan. Ben yine kendi işime bakayım da Türkiye sütunlarını oradaki değerli yazar dostlarıma bu fıkramı onlara hediye ederek terk edeyim!

Efendim, bundan tam elli yıl evvel, Şubat ayının onuncu günü Amerika’nın Federal İstihbarat Dairesi olan FBI, Kongre ve Senato üyelerine bir mektup gönderir ve der ki, “Hepinizin alkışladığı, kadife sesli sanatçı Frank Sinatra’nın Mafya ile ciddi bağları bulunmakta, çetecilik dahil her türden organize suçlar içinde yer almaktadır.”

Organize suç tâbiri, pislik adamların işi demektir. Frank Sinatra hakkında düzenlenmiş soruşturmaya dair mektupta geçen isimler, birer pisliktir ve dudak uçuklatır, bizi hıçkırık bile tutar; kimler yoktur kimler, hey anam babam:

Al Capone’u bir kere en başa koyalım, ardından katillikte üstüne adam olmayan Mafya babası Wilkie Moretti, sonra adamı gözü kapalı kör testereyle kesmeye bayılan J.Tarontino, “Şikago kenti benimdir üleeen” diye yaygarayı basan S.Giancano, ünvanını “Bir dolara bacak kıran” demekle kazanmış Ronatto, daha saymayalım da korkumuzu iyice artırıp ikiye katlamayalım. Hasılı FBI, 16 adet mafyöz babanın adını babalar gibi sıralar.
Salonlarda “I did it my waaaaaay” diye şarkı söyleyip hepimizi mest eden Sinatra bunlarla oturup kalkar, cinayetlere karışır, boğazına kadar kumar borcuna batmıştır, o dönemde Amerikan komünistlerini ve solcularını polise ihbar eder, bazıları aradan sırra kâdem basar ve bir daha bulunamaz, “Good Lord!” bunu kim yaptı diye düşünmemize hiç gerek yoktur.

Sinatra, “I concentrate on youuuuu” şarkısıyla buğulu bir ses dünyasında size en şirin hâliye görünür ve Dean Martin gibi hempalarıyla kırmadık ceviz bırakmaz. Sinatra bu işlerini sürdürürken Amerikan siyasetçilerinden de dibi saçaklı bir afferin alır. 1960 Başkanlık seçimlerinde J.F.Kennedy’nin baş destekçisidir, sıkı para yağdırır seçim kampanyasına. Hatta bir ara kendisi de siyasete atılmak istemiş, ama becerememiştir. Siyaset ve işdünyasının kirli çamaşır sepetinde onun sık sık kirli donlarını görürüz, üstüne oradan buradan kan sıçramış fanilalarını çamaşır suyuna yatırırız; çamaşır suyu, onun harikûlade şarkılarıdır. Biz 33’lük uzunçalarımızı pikaba koyduk mu başlar dönmeye, başımız da döner onun sesiyle: “Your are the sunshine in my lifeeeeee…”

Frank Sinatra kadınlara karşı da hoyrattır. İngilizcesiyle “womanizer”, kadın düşkünüdür aslında… Üç kez evlenmiştir, Ava Gardner, Mia Farrow ve Barbara Max onun “karılarıdır.” Arada dost tutmaya bayılır, gecelik sevgililer ise dans ederek gelir, sabah üç kuruşluk banknot ile uğurlanır. Birçok kadın için eser, köpürür, tartaklar, dayak atar, onları aşağılar; ama sahnede iyi performansı vardır, kadınlara iltifat eder. Bir dedikoduya bakılırsa, sanatçı arkadaşlarından Richard Burton, bir zamanların seksi yıldızı Liz Taylor’a sırılsıklam âşıktır ve evlenmek ister onunla, Frank’a içini döker bir akşam içki masasında; Frank’ın Liz ile evvelden bir aksatası var mıdır, Allah bilir… Frank güler, “Niye evleniyorsun” diye sorar, “Canın çekiyorsa, onunla sevişmek için evlenmene gerek yok!” diye akıl verir. Gerçi Richard ile Liz sonradan gayet mesut olmuşlardır evlenip de… Biz burada Liz’in neler yaptığını değil, aşk şarkıları ustası Frank’ı anlatıyoruz.

Günde 6 paket sigaraya bana mısın demeyen Frank’ın kaymak gibi sesi vardır, günde devirdiği 1 büyük Scotch Viski ona yetmez, adamakıllı alkole şapka çıkarıp onunla merhabalaşır, ama buna karşın sağlığı pek iyidir, yaşarken… 1915 doğumlu Sinatra 1998’de eceliyle ölmüştür. Aslına bakarsanız, onun yaşamındayken bir saldırıya uğrayıp öldürülme olasılığı çok fazla olmakla beraber, “Good Lord, İsa” yardımcı olmuş, özel korumalarıyla dolaşmış, tasarlanan silahlı, tüfekli, tabancalı saldırılardan hep yırtmıştır. Kendisinin de belinden, elinden pistol hiç eksik olmaz, kafası kızarsa basar kurşunu ha; ona göre… Bir kez de iğfal suçundan tutuklanmış olmalıdır! Başkaca adlî kaydı, sicili var mıdır; vardır, ama uğraşıp da şimdi uzun uzun aramaya gerek yoktur. Adliye, mahkeme, mübaşır, aynasız görmüş adamdır, anlayacağınız…

Frank aslında iyi bir adamdır, yardım severdir mesela… Yoksullardan kapısını çalan olursa paraya para demez! Yardım kuruluşlarına sık sık bağış yapar, vatanseverdir, “Ooooo America” diye süren millî marşı arada bir söyler, kiliseye gider, mum diker, o da insandır velhasılı ağlar, içlenir, duygulanır, âşık olup deli divane kalır… Onu halk çok sever, eşkıyayı dağdan kasabaya indiğinde yoksulların bağrına basması gibi, Frank nereye gitse alkış alır, sevgiyle kucaklanır.
Bende onun hemen tüm eski plakları, şimdi de CD’leri vardır. Bu yazıyı bitirir bitirmez, bir CD’sini müzikçalara yerleştirip, bir kadeh şarapla tüketmez miyim, tüketirim alimallah… Çoktandır onun, salonlardaki sigara dumanı içinde süzülen projeksiyon ışıkları altında yükselmekteki sesini dinlememiştim; bu yazı bir vesile oldu, şimdi dinlerim.

Bir vakitler Türkiye’de tanışmak talihine eriştiğim (!) bir mafyöz baba vardı, meraklandım ve onu tanımak üzere çiftliğindeki kır evinde verdiği yemeğe gittim; davetliydim, gitmesem topuğumdan vurdururdu… Gittim ve iyi de oldu: Yemeğin bir yerinde, mafyöze musallat olan bir arıdan, “Anacığım, anacağım, kurtarın ülen beni bundan” diye nasıl yalın ayak kaçtığını gördüğümden beri artık beni “hiçbir sahte heybet” ürkütmüyor. O yemekte, arıdan kaçan mafyöz babayı şaşkınlıkta seyrettiğim sırada, bahçeye çıkarılmış müzikçalarda İbo’nun o zamanlar ünlenmiş “Mavi mavi masmaviiiiiii” türküsü çığrıyordu!
Lakırdının dili kemiği yoktur, hay Allah nereden başladık, nereye dereye geldik!

ABD’de bugün, “Mafyanın da en son belini kırdık” diye New York ve New Jersey’de yapılan aynı andaki baskınlarla toplanmış, içeri alınmış 100 kadar İtalyan Mafyasına bağlı babaların davaları yakında başlayacak. “Sahte heybetler duruşmasını” sizin için izler, arada bir buradan anlatırım.

Benim de vazifem bu, efendim… Ben yazmaya devam ederim de, siz, ülkemde, Sinatraları o kadar övüp durmayın, büyütüp insanlık kahramanı da yapmayın, yeter!

1592550cookie-check“Pislik” Frank Sinatra…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.