Sessiz kalan herkes bu suça ortaktır

Geçen hafta barışın konuşulduğu Ortadoğu’da, bu hafta savaş konuşuluyor. Hamas’ın ateşkes teklifine İsrail yanaşmadı bile. İsrail özel timleri Gazze Şeridi’ne girdi ve bu kez Beyt Hanun’da çatışmalar yaşandı. Tanklar eşliğinde bölgeye giren askerlerle bölgedeki militanlar arasında çıkan çatışmada yine sivil halktan ölümler yaşandı.


İsrail ve Filistin arasındaki bu çatışması yaklaşık 100 yıldır devam eden bir durum. İsrail’in, “çatışma halindeyiz, barıştan söz edemeyiz” sözleri, bu savaşın daha uzun süre devam edeceğinin göstergesi.


İster duyalım ister duymazdan gelelim, yaklaşık bir asırdır Filistin’den bir çığlık yükseliyor. Bu çığlığa çoğu zaman kayıtsız kalsak da, bazen kulaklarımızı tıkamak imkansız bir hal alıyor. Birkaç gün önce Filistinli bir arkadaşımdan gelen mektup, kayıtsızlığımızdan utanç duymama neden oldu. ‘Filistin için ne yapabiliriz’i yeniden düşündürttü bana.


Ambargo altındaki ülkede her şey yok denecek kadar az. İlaç yok, ameliyat malzemesi yok, hastalar zor durumda. Ameliyat olmak için Batı Şeria’ya ya da başka bir ülkeye geçmek isteseler sınırdan geçişlerine izin verilmiyor. Çocuklar için süt yok, ekmek yok.


Tüm dünya Filistin’e yardımı kesmiş durumda. Araplar bile yardım etmiyor, belki de edemiyor. Çünkü yardımlar Dünya Bankası üzerinden ulaşıyor Filistin’e. Yardımların yerine ulaşıp ulaşmadığı ise muamma.


Yani uygulanan ambargo Hamas’a değil, Filistin halkına zarar veriyor. Filistin halkı Hamas’ı iktidara taşıdığı için cezalandırılıyor.


Arkadaşım “Burada durumlar oldukça kötü, Tam anlamıyla rezalet. Durumu anlatmak imkansız; ya görmek ya da yaşamak lazım. Burada hayat için gereken birçok şey yok.  İlaç, elektrik, benzin ve bazı gıda ürünlerinde çok eksiklik var. Bir taraftan İsrail sınırları kapatarak Gaza’yı (Gazze) büyük bir hapishaneye çevirmiş vaziyette, diğer bir tarafta Hamas yaptığı darbeye ısrar ediyor, bizi nereye götüreceği belli değil. Halkın ne kadar kötü durumda olduğu adamların umurlarında bile değil. Fatura ne kadar ağır olsa da Gaza’yı ellerinde tutmak için her şeyi yapıyorlar. Vallahi gelecek için şu an umutlu değilim, ama inşallah durumlarda değişiklik olur.” diyor mektubunda.


Arkadaşım mektubunda işi ve ailesi hakkında özel bilgiler de veriyordu. Onları sizinle paylaşmayacağım elbette ama, o özel bilgilerin içinde  İstanbul’daki bir arkadaşının kalp krizi geçirerek öldüğünü ve cenazesini sınırdan geçirmek için ne kadar zorluk çektikleri de anlatıyordu. Bu da yaşanan dramın bir başka boyutunu gösteriyor.


Filistin toprakları tarihin her döneminde önemli olmuştur. Bu toprakların önemi, üç dinin de buraları kutsal saymasından geliyor. Birçok peygamberin o topraklarda yaşamış olması Filistin’i dinler tarihinde önemli bir yere taşıyor.


Müslümanlar için Filistin’in önemi Hz. Ebu Bekir’in Kudüs’ü feth etmek istemesiyle başlıyor. Gerçi Kudüs’ün fethi Hz. Ebu Bekir’e değil de, Hz. Ömer’e nasip olur. Kudüs ve çevresi Hz. Ömer’in fethinden Haçlı ordusunun işgaline yani 1099’a kadar Müslümanların elinde kalır. Haçlı işgaline 1187 yılında Salahaddin Eyyubi son verir. Yavuz Sultan Selim 1516’da gerçekleştirdiği Mısır seferi dönüşünde, Kudüs ve Filistin’i Osmanlı devletine bağlar. Ve bu topraklar o tarihten 1918 İngiliz işgaline kadar Osmanlı yönetiminde kalır.


İngiliz işgali, Yahudilerin belli bir toprak parçası üzerinde bir araya getirilmeleri ve bir devlete kavuşturulmalarını amaçlayan Siyonist hareket sonucunda olur. 1800’lü yılların sonlarında başlayan Siyonist hareket, Yahudi halkının bir araya getirileceği toprak olarak Filistin’i seçer.


Siyonist güçler Filistin’den toprak elde edebilmek için ilk olarak  Osmanlı padişahı Sultan II. Abdülhamit’e gider. Abdülhamid’in “Verecek bir karış toprağımız yoktur” sözü üzerine, İngilizlerle ve diğer Avrupa ülkeleriyle işbirliğine yönelir.


Bunun üzerine 1918 yılında İngilizler Filistin topraklarını işgal eder. 1922’de de Milletler Birliği’nin kararıyla Filistin, İngiltere’nin gözetimine verilir.


Barış ve huzur o günden sonra bir daha Filistin’e uğramaz. Onun yerine savaş ve çatışmalar bu toprakların kaderi olur.


Devletsiz ve topraksız Yahudiler, yine de İngiliz gözetimindeki bu topraklara göç etmek istemez. Yeterli Yahudi sayısını sağlayamayan Siyonist güçlere Avrupa’daki Nazi kıyımı yardım eder. Hitler’in kıyımından kaçan Yahudiler Filistin’e akmaya başlar.


Yeterli Yahudi sayısına ulaşıldığında da İsrail devletini kurarlar.


İsrail’in 1948’de kuruluşunun hemen ardından ilk Arap- İsrail Savaşı çıkar. Bu İsrail’in ilk genişleme hamlesidir. İsrail’in ikinci genişleme hamlesi 1967’de olur. Üçüncü hamle 1973’te gerçekleşir.


Filistinliler de boş durmaz elbette. İsrail’in Filistin topraklarını işgal ederek genişleme hareketlerine Filistinliler örgütlenerek karşılık verirler. Zamanla bu örgütler tek çatı altında toplanır ve Yaser Arafat önderliğinde FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) kurulur.


FKÖ genellikle Filistin merkezli olmamıştır. FKÖ’nün merkezi önce Ürdün, sonra Tunus olur.


Uzaktan yönetimle bu işin olmayacağını düşünen Filistin halkının içinde yeni kıpırdanmalar başlar. Özellikle 1987’de bizzat Filistin’in içinde baş gösteren intifada hareketi İsrail’i korkutur. Bu hareket çok kısa zamanda Filistin’in her tarafına yayıldı ve bugün kısaca Hamas diye adlandırılan Filistin İslami Direniş Hareketine dönüşür.


İsrail, Hamas’ın güçlenmesinden rahatsız olur ve FKÖ’yü muhatap kabul edeceğini açıklar. Diplomatik görüşmeleri FKÖ’yle yapar. Gerçekten de FKÖ ile İsrail arasında birçok anlaşma imzalanır, ama ne yazık ki bu anlaşmalar iki ülke arasındaki sorunu çözmeye yeterli olmaz.


28 Eylül 2000’de Ariel Şaron yönetimindeki İsrail, Mescidi Aksa’ya girmeye kalkışınca olanlar olur ve Filistin halkı bu kez “Aksa intifadası” olarak adlandırılan yeni bir halk hareketi başlatır.


Bu gidişat Hamas’ı daha da güçlendirir ve 2006 yılında gerçekleştirilen genel seçimlerde Hamas’ı iktidara taşır.


İşte Filistin, bugün Hamas’ın başarısının acısını çekiyor. Bu durum Filistinlilere yokluk ve eziyet olarak geri dönüyor. Halk, Hamas’la, El-Fetih arasında ikiye bölünmüş olduğu için iç kavga da başlamış durumda.


Anlayacağınız, Ortadoğu’da insanlık dramı yaşanıyor. Ne Birleşmiş Milletler kararları, ne Cenevre Savaş Hukuku ne de Lahey Adalet Divanı’nın kararları uygulanıyor.


Buradaki kıyıma tüm dünya sessiz kalıyor.


Bu sessizlik neyin alameti bilemiyorum ama bence sessiz kalmak suça ortak olmak demektir.

669410cookie-checkSessiz kalan herkes bu suça ortaktır

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.