Tek dağ mezar oluncaya kadar…

Ve o parça da o cismin bütün karakteristiklerini tamsil eder. Gerçi kıdem tazminatı bir cisim değil ama sonuçta para ile ölçümlenen bir maddedir. Ki işçinin güvencesi, sofrasının ekmeğidir. Ve ekmek, mücadele ile kazanılıyor. Mücadelenin dozajı ise, artık zamanına, zeminine göre değişip oluşacaktır…

“Tek dağ mezar oluncaya kadar” sözü kararlılık ifade eden sözlerin son haddidir…hatta atasözüne dönüştüğü bile söylenebilir. Çünkü derinliği taa Kurtuluş savaşımızın başlangıcına kadar uzanıyor. Taa İngiliz donanması Boğaz’a girip ilerlediği sıralarda Büyükdere sırtlarından onu izleyen Kazim Karabekir Paşa’nın,”Artık buralarda yapacak bir iş kalmadı; Anadolu’ya çekilip “Tek dağ başı mezar oluncaya kadar çarpışmalıyız” dediği günlere kadar…Yani “Ölmek var dönmek yok”…gibi.

Ve, ekmek! Malüm, ekmek denince de akan sular duruyor. Vaktiyle, yani takvim 1946’yı gösterirken, halen Cumhuriyet’teki köşesinde yazılarına devam eden büyük ustamız, 92 yaşındaki, Oktay AKBAL, “Önce Ekmekler Bozuldu” diye yazmıştı temel kitaplarından ilkini.
Sonra mı? …Sonra da herşey! (Bozuldu)

Bu açıdan 1946’ya bir mim koyalım. Çünkü o yıl Demokrasiye değil ama çok partili sisteme geçildi ve ilk seçimler de gerçekleştirildi.
Ne pahasına mı?…İşçi haklarına el koyulma pahasına. Çünkü önce açılmasına olanak verilen iki komünist partinin ikisi de kapatıldı. Ardından faşizme karşı oldukları tüzüklerinde belirtilen sendikaların tümü kapatıldı. Gerçi bu sendikaların grev ve toplu sözleşme hakları yoktu, ama o haklar da o sendikal ve siyasal mücadelelerle kazanılabilecekti. Önü kesildi…
Sonra mı? Sonra komünist partilerin açılmasına izin verilmedi ama, komünizme karşı olan patiler fayrap!..Fazizme karşı olan sendikaların açılmasına olanak verilmedi ama, komünizme karşı olan sendikalar fayrap!

1950’lili yıllarsa işçiler için bütünüyle karanlık yıllardı. Hemen başlarda Halk Evleri kapatıldı. Ardından Komünistlere yönelik 51 Tevkifatları başlatıldı. Ve aydın çevrelere ağır baskılarla yönelindi. “Küçük Amerika olacağız” planları yürürlüğe sokuldu. 1952’de Amerika İşçi sendikaları konfederasyonu (AFL-CIO)’ya bağlı AAFLİ sendikasının himayesinde Türk-İş kuruldu. (Belirtelim ki, AAFLİ’nin bir CIA kuruluşu olduğu saklı bile değildi) Ve komünizmle Mücadele dernekleri ve İlim Yayma Cemiyetleri ve kapkara bir polis ve Vatan Cephesi Radyoları ve şeyh sakallarına övgü ve öpücükler ve toplantı ve yürüyüş yasakları…ve fışkıran yobazlık…Ve elbet en başta ağırlaşan işçi düşmanlığı ki, hak hukuk sıfır.

Ve işte 1960 İhtilali bu karanlığa doğdu, bir devrimdi o ve bir bayram…27 Mayıs 1960 devrimi ve bayramı. Ve gerçek demokrasi ve insan hakları ve fikir ve düşünce özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü ve özerk müesseseler ve basın özgürlüğü ve planlı ekonomi ve parasız eğitim hakları ve toprak reformuna açılış ve işçi hakları, ve, ve, ve…Hep emek için, halk için, bağımsızlık ve demokrasi için, çağdaş bir anayasaydı o…

Nitekim 1961’de Saraçhane Mitingi’yle işçi sınıfımızın sendikal mücadelesi tarih sahnesine yöneldi. Ardından Yasa olmadığı halde salt Anayasa’ya bağlı önemli grevler; ardında 1963’te Bülent Ecevit’in Çalışma Bakanı olduğu dönemde 274 ve 275 sayılı Sendika, Toplusözleşme ve grev yasalarının çıkışı…Ardından DİSK’in kuruluşu, ardından kazanılmış haklara karşı iktidar kanadından gelen saldırıların durdurulması için başlayan 15/16 Haziran büyük işçi kalkışması…Ve işyeri, iş kolu ve de daha birleşik planlarda başmlayan büyük grevler…

Ki, artık Türkiye’de işçi sınıfından söz açılır olmuştu ve de gözler özellikle DİSK’e çevriliyordu.
Ve de işte Amerika’nın doğrudan yönlendirdiği 1980 Askeri Faşist darbesi, işçi sınıfımızın bu güçlenmlesi ve de ülkede söz ve karar sahibi olmaya başlamasının önlenmesi için yapılmıştır.

Sonra mı? Sonrasını biliyorsunuz: İşkenceli, sokaklarda adam kurşunlamalı, sürgünlü, idamlı, kanlı faşizm. Sendikalar durduruldu, DİSK kapatılıp sendikacıları hapsedildi ve mahkemeye verildi. 274 ve 275 sayılı yasaların gölgesi bile bıralmadı. Yerine getirilenlerse işçi sınıfını susturmaya yönelik bilmem kaç sayılı bir çeşit ”haklarını isteme ve iliğine kadar sömürül” yasaları…1475 sayılı yasanın yerine çıkarılan ve 4857 sayılı yasada da kazanılmış hak olduğu için dokunulamayan KIDEM TAZMİNAT’larına ise şimdi “FONA DEVRETME” adıyla dokunmak ve ortadan kaldırmak istiyorlar. Yani ülkeyi bölmekte, rejimi şiriatçı faşizme götürmekte fütursuz gözükenler işçilerin kazanılmış hakları olan Kıdem Tazminatları’na da inatla saldırıyorlar.

Ama işçiler de direnmekte kararlı. Başta DİSK ve bağlı sendikaları olmak üzere, diğer federasyonlar ve bağlı sendikalar da GENEL GREV’e gitmenin hazırlıklarını sürdürüyorlar. Direnmekte inançlı oldukları da çok açık, çok net. Halk da, gençlik de, esnaf da, aydınlar da, yediden yetmişe hemen herkes de onları, işçileri destekliyor. Ki, pankartlarında slogan artık tekleşmiştir: “Kıdem Tazminatı işçinin güvencesidir, ekmeğidir!” O kadar.

Ve elbet işçileri bizler de destekliyoruz, destekleyeceğiz;
TEK DAĞ MEZAR
OLUNCAYA KADAR…

Abdullah Nihat Yılmaz
17 Kasım 2013
Londra.

765740cookie-checkTek dağ mezar oluncaya kadar…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.