Geçen pazar günü Londra Toplum Merkezi’nde bu başlıklı bir toplantı vardı. Konuşmacılar 68 kuşağından Mustafa Yalçıner ve gazeteci Nuray Mert’ti… Nuray Mert gelemeyince koltuğuna genç şair ve yazar Melek Özlem Sezer oturdu.
Yalçıner’in geçen gün aynı salonda tek başına verdiği “Ortadoğu ve demokrasi” başlıklı toplantı son derece başarılıydı. Bir muhabbet havasında geçen toplantıda katılımcılar Ortadoğu’yu konuşmacıyla tartışmış ve pek çok bilinmeyene birlikte ulaşılmıştı.
Bu toplantıda konu dağıldıkca dağıldı… Çok yorgun olduğum için belki de dikkatimi bir türlü toplayamadım. Toplantının sonunu bekleyemeden çıktım. Oysa toplantıda bir medya emekçisi olarak söylemek istediklerim vardı. “Neyse” diyerek sizinle paylaşayım…
Bir ülkenin demokrasisi neyse medyadası da göre şekilleniyor. Türkiye’de 1970’lerde (ABD’de 1950’lerde) medyada gazeteci patronlar devri bitip büyük holdingler devri başlamıştı. Bu, “Gazete ve televizyon kanalları artık büyük yatırımlar gerektirince kapitalist ekonomide zorunlu bir dönüşümdü” denilebilir…
ABD’yi dil bilimci ve medya araştırımcısı Noam Chomsky, “Medya patronları rüzgarın önünde yer almak yerine niye karşı dursunlar ki” diye yazıyor. Medya işi de yapan holdingler; devlet ihalesi, yatırım, ihracak, ithalat ve teşvik işleriyle de hükümete göbekten bağımlı oldukları için kendilerine çizilen kırmızı çizgiyi geçmemeye hep özen gösterdiler. Türkiye’de de medya hep güçten yana oldu. Hatta yalakalık yarışına girip kraldan çok kralcı kesildi. Hükümetin iç ve dış politikasında duymak istediğini kendisine bile söylenmeden aktardı durdu.
Türkiye medyasında iyi gazeteciler yok mu? İyi haberler çıkmıyor mu? Tabii iyi gazetecilerin iyi haberlerine rastlıyoruz. Bütün bunları da Chomsky “Okura yutturmak üzere zehirli kekin üstündeki çilekler” diye açıklıyor…
Gazetedeki en önemli ilke, çıkan her haberin holdingin çıkarına ters düşmemesidir. Örneğin rakip holdingin yatırımı, hatta rakip grubun televizyon kanalıyla anlaşan sanatçının haberine bile yer verilmez. Eğer bir gazeteci, devletten kiraladığı ormanı yasadışı olarak yakıp otel diken turizmciyi haber yapmışsa 30 yıl önce olduğu gibi “Aferim” denilip bir büyük altın takılmaz… Ne yapılır? Haber dosyalanır ve beklenir… Sözkonusu turizmci reklam vermediğinde ya da bir ihalede patronla pişti olduğunda önüne çıkarılır…
Türkiye’de medya gökdelenlerinde çalışan bir gazeteci olarak işleyişi de şöyle aktarayım. Herşeyden önce şirketler kurumsal görünse de bir aile şirketi gibi yönetiliyor. Gazetenin politikası dışında haber üretilmesi yasak. İşçi, sendika ve köylü haberlerine yer yok… Ekonominin yüzde 10’u borsadadır ama küçük yatırımcıyı borsaya çekip silkelemek hedeflendiğinden ekonomi sayfasının yarısı borsa listesine ayrılmıştır. Köşe yazarları bazı kitlelere (örneğin CHP, kadın ya da küçük yatırımcıya seslenen) lokum dağıtacak şekilde seçilmiştir. Aslında bu yazarların çoğu tetikçidir. Kendilerinden istenildiğinde manipüle yazılarıyla okurlarını etkilemeye çalışırlar.
Medya sektörü çalışanların hakları açısından da en berbat olanıdır… Gazetesi AB’yi savunsa, köşe yazarları insan haklarına sahip çıksa bile işyerinde sendikaya izin verilmez. Sigortasız gazeteciler ve (özellikle dağıtım işinde) çocuk işçiler kanayan yaradır. Türkiye’nin en önemli markası olan bu medya şirketlerinde binlerce çalışanın ücretlerinin küçük bir kısmı sigortadan gösterilir. Bu şirketlerde çatlak sese asla izin verilmez. Sendikal çalışmaya giren ya da yasal hak arayan bir gazeteci rakip gazetede bile iş bulamaz. Fazla mesai, bayram tatili hak getire…
Sendika olmayınca gazetecilerin iş ile bağı servis müdürünün iki dudağı arasındadır. Bu durum çalışanları muma döndürmek için yeterli bir nedendir… Bir gazetecinin “Yahu müdür benim haberimi değiştirmişsin” ya da “Senin maaşının 100’de birini alıyorum. İnsaf yahu” demeye cüret etmesi, çemberin dışına atılması anlamındadır.
Çalışma Bakanlığı bütün işyerlerini korkusuzca denetlese de medyaya sıra gelince bir soluklanır. Hükümet – medya ilişkisi özel bir ilişkidir. Denetim ancak ve ancak ilişkiler bozulunca tehdit olarak kullanılır…
Velakin, ulusal holding medyası bir ülkede demokrasi mücadelesine katılamaz. Zaten “hak” ve “özgürlük” kelimelerinden holding olarak korkar… Chomsky’nin dediği gibi iktidarın eteğinde varlığını sürdürüp büyümeye çalışır…
Medyada herşey bu kadar kötümser mi? Hayır… İnternet büyük yatırımlara gerek olmadan gazete, radyo ve tv yayınlama şansı yarattı. Böylece “bağımsız” yerel basının yanına bağımsız internet medyası ve bloklar da katıldı. Holding medyasının foyasını ortaya çıkaran, hükümetin kirli çamaşırlarını ortaya cesurca dökebilen bu küçük medya, devlere de kafa tutabiliyor.
Okura ve reklam verenlere de demokrasi mücadelesini besleyen kılçal damarları olabilecek yerel basın ve internet medyasını desteklemek düşüyor…