Vazifen kobay olmak mı?

Birkaç hafta önce GATA (Gülhane Askeri Tıp Akademisi) da diskinezi (hareket bozukluğu) hastası 20 erin nispeten yeni bir tedavi yöntemini uygulamak için “kobay”, bilimin daha yumuşak tabiriyle “denek” olarak kullanıldığı ortaya çıktı.

Söz konusu çalışma, birisi GATA Nörolojinin başında olan bir profesör, diğeri binbaşı bir hekim tarafından 2008 yılında yapılmış ve 2009 yılında iki ulusal bir uluslar arası kongreye “bilimsel çalışma” adıyla sunulmuş.

Kobay askerler uygulaması hakkında medyanın bir kısmı üç maymunu oynadı. “hepimiz asker doğduk, vatan borcu namus borcudur” anlayışıyla askerlere reva görülen insanlık dışı muamele bazı medya organlarınca haber değeri bile görmedi. Hele ki siyasetin gündemine hiç gelmedi. Sadece, savunmacı bir dille olayda ilkin bir usulsüzlük görmeyen, ardından artan tepkiler nedeniyle göstermelik bir soruşturma başlatan Genelkurmay Başkanlığı dışında yetkili hiç bir merciden açıklama da gelmedi.

Kullanılan yirmi asker, elbette kobay olduklarını bilmiyorlardı. Uygulamayı, tedavinin bir parçası sanıyorlardı.

Hegemonun bilimsel otoriteleri ise yapılan usulsüzlüğü örtmek için, “bu uygulamanın yeni olmadığı, insan sağlığına zarar vermediği, amacın tedavi olduğu ve her tedavi gibi yan etkilerinin olabileceği” bahanelerini sıraladılar. Ne de olsa bilimin her etik dışı uygulaması için hazırladığı bilimsel kılıf, halkın anlamakta zorlanacağı çok karmaşık (!) ve uzmanlık gerektiren açıklamalar, en başından hazırlanmış veya anında yaratılmıştı.

O dönemde kobay olarak kullanılan erlerden Bakır T. durumu gayet net gözler önüne seriyor: “komutanlar emretti biz de yaptık”.

Diyelim ki erlerin rızası alındı.
O zaman da şu sorunun yanıtı önemli oluyor; “Askerin rızası olur mu?”
Elbette olmaz. Çünkü erlerin hür irade ile rıza beyanında bulunmaları, emir baskısı ve askeri hiyerarşi nedeniyle mümkün değildir. “Emrediyorum, kobay ol” dendiğinde, her er kobay olur. Klinik araştırmalar hakkındaki yönetmelik ve Helsinki Bildirgesi gibi bağlayıcı uluslararası bildirgeler, bu nedenle askerler üzerinde herhangi bir deneyin yapılmasını yasaklanmış durumdadır.

Uygulama, yaşam hakkı ve beden bütünlüğünün korunması bakımından da insan hakkı ihlali niteliğindedir.
Bilindiği üzere, 1982 Anayasası’nın 17. maddesi, yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun izin verdiği zorunlu durumlarda, yani “askerlikte”, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması sırasında, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, meydana gelen ölme ve öldürme fiillerini, yaşama hakkının ihlali saymamaktadır.

Tıpkı, 2007 yılında PKK’nın Dağlıca baskını sırasında, PKK tarafından kaçırılan ve hayatta kaldıkları için mahkum edilen askerlerin mahkeme kararının gerekçesinde, devletin “insani duygular bahane edilerek teslim olunmaz, neden ölmediniz?” diye askerlere sorması gibi…

Görülüyor ki askerlik, başta yaşam hakkı olmak üzere, beden ve ruh bütünlüğü üzerindeki hakların tümümün devlete teslim edildiği, varlığın kayıtsız şartsız armağan edildiği bir süreçtir.

Bu nedenle yaşam hakkını kanun maddesi ile gasp edenin, beden bütünlüğünü de gasp etme hakkını kendinde görmesi, askerden kobaylık beklemesi, kendi mantığı içinde tutarlıdır.

Skandalın üzeri örtülecek mi?
Savcılık olayın basında yer alması üzerine soruşturma başlattı.
Birçok olayda olduğu gibi örtülecek intibasını veriyor.
Mehmetçiğin bir diğer vazifesi de kobaylık yapmakmış … Bunu da yeni öğrenmiş olduk.
Genelkurmayın günah galerisine bir de kobay Mehmetçiklerin görüntüleri eklendi.
Ey Türk askeri! Kendini hiç kobay koltuğunda hayal ettin mi?
Etmediysen bence et artık.

754890cookie-checkVazifen kobay olmak mı?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.