Amerika komünist olsa…

Merak kuduzum iki yılda, iyice kudurmuştu: Amerika, ben orada yokken komünist olduysa? Şikago’nun O’Hare Havalimanı’na iner inmez kızıl bayraklarla Enternasyonal Marşı bizi apronda karşılarsa… Dur sen, bir hatırlamalı, “Yoldaş Lenin” ne diyordu; ya sorarlarsa… Herkes, yeni başkan Obama yüzünden Amerika’nın kızıl komünizme yuvarlandığını söylüyordu ki eyvah mı eyvah, vay başıma gelenler vaziyetindeydik. İki yıldır dünyada yer yerinden oynuyordu: Kapitalizmin biriktirip biriktirip nereye harcayacağını bilemediği, piyasaların peklik çekip sinâmeki içen hastalar gibi arada bir tuvalete çıkamaması anlamına gelen global kriz yüzünden Marx’ın lafları yine revaçtaydı… Kriz esnasında, sanki
sadre şifa verecek gibi, yahut acil önlem cinsinden Marx’ın Kapital’i kitapçı raflarında hemen belirmişti! Bense, Mayıs 2007’den beri Türkiye’de, Turist Ömer misali abidik gubidik bir gündemle uğraşıyor, aslında büyük komünist devrimi kaçırıyor olmalıydım: Obama sosyalizmini… Öyle ya, herkes Obama’nın Bolşevikliğinden bahsediyordu! Ya, Amerika komünist olduysa? Bu, eğer tanık olunmazsa kaçmış sayacağım tarihi fırsatı yitirdiysem, hep eşim Sinem’in yüzündendir: O inat edip, Kadir Has Üniversitesi’nde öğretim görevini geçen haftanın perşembe akşam mesaisine, anlayacağınız son dakikaya dek tamamlamaya direnmeseydi, Obama usulü “ABD komünistleşmesi”ne ben çoktan tanık olacaktım. Cuma sabahı Yeşilköy’den ayrılıp Okyanus’u aşarken, deyin ki ben komünizmin dehşetengiz yüzünü görmeye gidiyordum. 1917 Devrimi’ni, kırk iki yıl farkla kaçırmış olan bir şanssız olarak bu tarihi fırsat olmalıydı. Şikago’ya ayak basana kadar ben, eskiden Sovyetler’e “Gidin de bir bakın bakalım, Ruslar n’apıyorlar” diye gönderilmiş Batılı gazeteci hayalleriyle oyalandım. Şikago, oradan İstanbul’a döndüğüm 2007’den beri hiç değişmemişti, aynıydı: THY uçağı Michigan Gölü üzerinde tur atarken yine musallat olan vertigo duygum dahi aynıydı. Kent akşam saatlerinin hareketli trafiğiyle havadan cıvıl cıvıl bir çocuk bahçesi gibi görünüyor, her yer ışıl ışıl parlıyordu…

Ne havalimanında ne de kentin herhangi bir yerinde, kısacası Şikago’da kızıl bayrak göremedim. Bununla beraber, havalimanı çıkışında futbol sahası büyüklüğünde bir Amerikan bayrağı dalgalanıyor, altında Sih başlıklı adamlar, Meksikalı ve Çinli, Polonez ve Arap, Sicilyalı ve Kenyalı, Rus ve Filipinli dolaşıyordu; bir de ben… Fazla kiloları olan obez Amerikalılar da henüz zayıflamamış bulunuyorlar, hatta görmeyeli biraz kilo almış olmalıydılar. Sanırım komünizm henüz diyet meselesine el atmamış, fast food zincirlerine dokunmamıştı. Hamburger ve patates cipsi satıcıları dolup boşalıyordu. Park yerinde kiralık arabaya yerleşirken, çevremizde fink atan limuzinler de aynıydı. Geceyi geçirmek üzere konakladığımız oteldeki odamız, hizmet hep aynıydı. Ertesi gün, kiralanan pikapla Şikago İKEA’sına mobilya almaya giderken, kendimi Ümraniye kavşağındaki İstanbul İKEA’sındayız sandım. Eşim, daha İstanbul’dayken mobilya siparişlerini bilgisiyardan vermiş, benim avuçlarımı patlatarak o geceden itibaren evimizde kuracağım sunta malzemelerin ödemesini çoktan yapmıştı. Kapitalizmin global ödeme sistemi “tıkır tıkır” çalışıyordu, maşallah! Demek, komünizm bu cihetle de ABD’ye henüz gelmemişti. Şikago’ya 150 km. uzaklıktaki Purdue Üniversitesi kampusunun içinde bulunduğu W. Lafayette kentine giden yollar boyunca her şey, benim orayı kapitalist Başkan Bush zamanında bıraktığım gibi aynıydı. Yol boyu içtiğim kahvelerin faltaşına çevirdiğim gözlerle çevreye bakınırken, I-65 numaralı karayolu çabucak bitti; oradaki tüm görüntüleri bıraktığım gibi buldum. Anlaşılan, buralara da komünizm gelmemişti. Pekâlâ, komünizm ABD’de nerelere saklanmıştı, nerede nifak yuvasını yapmıştı; ah bu komünistler! Sonunda, bir süredir kapalı duran evimizin kapısını açtığımızda, komünizmin k’sine rast gelememek hüsranıyla artık şu kızıl martavalını bir yana bırakıp işe güce koyuldum. Sizlere, uzunca bir aradan sonra, tekrar Amerikan toplumu ve yaşamı üzerine pazar yazıları göndereceğimden bu görevimi önceliğe alıp ilk yazımı, işte haber değeri taşıyan bu yazıyı alelacele yazmak ilk “işim gücüm” olacaktı. Yazıdaki haber değeri ise Amerikan toplumunun solculaştığı üzerine koparılan velveleye aittir; size olmadığını anlatıyorum. Yazımı bitirdikten sonra, durumdan emin olmak için bir de yoldaş Leon Troçki’nin ABD’de bir zamanlar ses getirmiş bir kitabına göz attım. Troçki’nin “Amerika Komünist Olsa” başlıklı kitabını, valizimin içinden çıkarıp ayaküstü karıştırdım; bir cümlesi ilgimi çekti: “Amerikan komünist devrimi, sahip olduğunuz ulusal servet ve nüfus bakımından Rusya’daki Bolşevik Devrimi’ne kıyasla daha zahmetsiz olacaktır.” (Troçki, 1934) Eğer öyleyse, korkmaya gerek yok!. Komünizm, onlar bunu hissetmeden oraya zahmetsizce girecektir. Asıl zahmet beni garaj odasında bekliyordu, Sinem’in elime tutuşturduğu pense, çekiç, tornavidayla İKEA’nın yapboz mobilyalarını gece boyu sıkıştırdım durdum…

___________________

* [email protected]

AÇIK GAZETE: Mahmut Şenol, öküzün boynuzu ABD’deki yazılarına tekrar başlıyor. Kendisine tekrar “hoşgeldin” diyor bir sonraki yazısını iple çektiğimizi içtenlikle belirtiyoruz…

1592090cookie-checkAmerika komünist olsa…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.