Kuyumuz mu kazılıyor, bana mı öyle geliyor?

Kuaförüme yeni bir manikürcü kız gelmiş. Oldukça konuşkan bir kız. Bir saat içinde bana bütün hayat hikayesini anlattı. Diyabakır’dan annesi ve iki abisiyle birlikte gelmişler. Babası yok, daha doğrusu var da, başka bir kadınla yaşıyor. İki oda bir salon ev bulmuşlar, odalarda ağabeyler ve yengeler kalıyor. Bir abisinin üç çocuğu var. Diğer abisinin henüz iki çocuğu var, bir tanesi de yolda. Dört ay sonra o da o evin bir ferdi olacak. Bizimki ise annesiyle beraber salonda kalıyor. Manikürcü kızın iki abisi ve dört tane de ablası var. Allahtan ablalar evli. Babasının diğer hanımından kaç çocuğu olduğunu bilmiyorum. Velhasıl oldukça kalabalık bir aileye sahip bizim manikürcü küçük kız.
 
Bu kız bana ülkemizde hala kanayan bir yara olan nüfus artışını hatırlattı.
 
Genellikle az gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızı fazla, gelişmiş ülkelerde ise nüfus artış hızı azdır. Nüfus artış hızı kalkınma hızından yüksek ise, ülkenin gelişimi yavaşlar veya geriler. Nüfus artış hızı kalkınma hızından düşük ise, ülkenin gelişimi artar.


Yani kalkınmakta olan bir ülkede nüfusun artışını hızlandırmak, o ülkenin kuyusunu kazmak anlamına gelir. Bu ülkelerde hiçbir hizmet tam anlamıyla yapılamaz, işler rayına oturtulamaz ama, en hepsinden önemlisi eğitim iyice çığırından çıkar. Böylece eğitilememiş, vasıfsız bir insan kalabalığı oluşur.


Ülkelerin ekonomisi için işgücü önemlidir ama, kalifiye denilebilecek bir eğitim alırsa. Aksi halde kolaylıkla suça eğilim gösteren bir insan güruhu ile karşılaşabilirsiniz. Tıpkı ülkemizde olduğu gibi…


Ve yine tıpkı ülkemizde olduğu gibi, bu insan kalabalığı ve arbede içinde kaderin bir cilvesiyle her nasılsa yetiştirmeyi başardığınız üstün beyinleri gittikçe artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak için ihmal edebilirsiniz. Üst yapı kurumlarını kurarak bilgi üretmek yerine günü kurtarmaya çalışabilirsiniz. Bu da sizin elinizdeki değerleri başka ülkelere kaptırmanıza neden olacaktır. Beyin göçü nüfus hızını dengeleyemeyen ülkelerin en büyük problemlerinden biridir. Sizi ileriye götürecek beyinleri kaybeder durursunuz. Bu dibi delik sandalda durmadan maşrapayla su boşaltmak gibidir.
 
Ülkelerin kaderi seçtiği yola bağlıdır. Eğer ülkenin dinsel yönü ağır basıyorsa daha fazla inanan yaratmak için nüfus çoğalmasına, ulus karakteri ağır basıyorsa daha iyi yetişmiş ve hayat standardı yüksek eleman yetiştirmek için nüfus planlamasına gider. Yani bu nitelikle nicelik, ümmet ile ulus kavramları arasındaki seçimdir.Türkiye’de yaşanan biraz da budur.
 
İnsan kalitesine önem vermediğinizde, yüksek standartlarda insan yetiştiren ülkelerin, ellerinde sadece tüfek olan yığınları bir bombayla imha ettiklerine yada ekonomik olarak çaresizleştirip istedikleri gibi yönlendirdiklerine şahit olursunuz.
 
İsterseniz daha net bir örnek verelim. Hitler -ki manyak kabul edilir- mühendislerin çoğunu 14 yaşındaki çocuklarla birlikte askere almıştır. Bu şu demektir; savaşta 20 yaşındaki askerler ölecek, 18 yaşındaki askerler ölecek, 16 yaşındaki askerler de ölecek ve sıra 14 yaşındakilere geldiğinde, mühendisler de onlarla birlikte askere alınacaktır. Almanya 14 yaşındaki çocuklarını ve mühendislerini kaybetmeden savaş bitti.


İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Almanya kaybetti; yıkıldı, dümdüz oldu. Peki, ne oldu da Almanya kalkındı? Vasıfsız Türk işçilerini soyup soğana çevirip hastalıkları var mı diye bakarak, hatta köle alır gibi dişlerine varıncaya kadar kontrol ederek Almanya’ya ırgat olarak aldılar ve Almanya yeniden Almanya oldu. Sadece elindeki mühendislerle. Çünkü kaba iş gücünü bulmak her zaman kolaydır. Nasıl olsa “Bizim nüfusumuz şu kadar olacak. Bu kadar genç nüfus yapacağız” diyen birileri olacaktır. Zaten olmasa da önemli değil. Robot teknolojisi her geçen gün vasıfsız işçilerin yerini alıyor.


Yani çok insan yetiştirmenin dinsel tarafı hariç çok az artı ama pek çok eksi getirdiği bir dönemdeyiz. Avrupa nüfusu her geçen gün azalıyor? Eee peki bu onları çok mu sefalete sürüyor? Milli gelirleri çok mu düşüyor? Onların sosyal güvenlik kurumlarının kapısında para olmadığı için ilaç verilemeyen ve hastalıkları ilerleyen çok mu insan var? İş yada eğitimi olmadığı için çanta kapıp kaçan, asansörde iki altın bilezik için insan doğrayan adamlar mı türedi? Alman gazetelerinde “Amerika’daki gururumuz” yada “Yıllardır İsviçre’de yaşayan bir Alman bilgini bilmem ne yaptı” gibi haberler mi çıkıyor? Merak etmeyin, bunların hiçbiri olmuyor. Çünkü nüfusu azalan ülkeler her zaman bir çaresini buluyorlar.


Dünyada hiçbir ulus nüfus azlığından dolayı yok olmamıştır. Öyle olsaydı Avrupa’da nüfusu İstanbul’un herhangi bir mahallesinden az olan bir sürü ülke olmazdı. 


Bazılarının dilinde nüfusu azalan Avrupa teranesi var. Güya bizi bu yüzden AB’ye alacaklarmış… Yahu düz insan isteseler ne diye eski sömürgelerinde kendi kültürlerini aşıladıkları ve onların dillerini konuşmayı marifet sayan halkları Avrupa’ya doldurmasınlar. Başına koyarsın bir mühendis, boğaz tokluğuna çalışırlar; mühendis yine ultra modern evinde oturup dünyayı yönetir.
 
Zaten bunu yapıyorlar. En son dünya kupası maçlarında bunu çok net olarak gördük. Futbolcuların çoğu Avrupa dışındaki ülkelerdendi. Pardon, galiba ben biraz çağın gerisinde kalmışım. En iyisi başka bir yazıda buluşalım. Kısa bir tatilden sonra görüşmek üzere…


 


*Yazarın diğer çalışmaları için www.birsenaltiner.com

668630cookie-checkKuyumuz mu kazılıyor, bana mı öyle geliyor?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.