Sansür ve II. Abdülhamid dönemi

Sansür eski çağlardan beri var olan bir olgu. Örneğin Tevrat’ta Jeremiah’ın katip Baruch’a dikte ettirdiği bir bölümün Kral Jehoiakim tarafından beğenilmeyerek yakıldığı yazılıdır.


Yine filozof Anaksagoras’ın kitaplarının içinde tanrılara hakaret edici ifadelerin bulunduğu gerekçesiyle yakıldıkları bilinen bir gerçektir.


Bu ve bunun gibi yüzlerce örnek sansürün sanıldığı gibi yakın tarihimizin ve günümüzün sorunu olmadığını, aksine çok daha eski tarihlere dayanan bir olgu olduğunu kanıtlıyor.


Fransızca “censure” kelimesinden dilimize geçen sansür, her türlü yayının, sinema, tiyatro eserlerinin hükümetçe önceden denetlenmesi işi olarak tanımlanabilir. Kısaca sansür için iktidardaki gücün kendi çıkarlarını, bazen de toplumun çıkarlarını gözetmek için uyguladığı düzenleme ve kısıtlamalara verilen addır da diyebiliriz.


Gerek dünyada gerekse Türkiye’de sansürün kalkması için ciddi adımlar atılmıştır. Basının yasalarla özgür kılınması zor elde edilmiş bir sonuç olmuştur.


Türk basınında sansürün kalktığı tarih 24 Temmuz 1908’dir ve bu tarih o günden bu yana “basın bayramı” olarak kutlanmaktadır.


Sansürün kaldırılışı II. Abdülhamid dönemine rastlar ama, ne garip bir çelişkidir ki, II. Abdülhamid dönemi aynı zamanda Türk basın tarihinin en sansürlü dönemi olarak da anılmaktadır.


II. Abdülhamid döneminde sansür akıl almaz şekilde artmış, dallanıp budaklanmıştır. Bu döneni Türk basınının nefes bile almaya korktuğu günler olarak tanımlayanlar davar. Üstelik o dönemde sadece yazılı eserlere değil, tiyatro sahnesine kadar uzanmıştır sansür.


Tarih bilgilerimizi yoklayarak II. Abdülhamid dönemini kısaca hatırlarsak, neden sansürün bu denli yoğun uygulandığını anlayabiliriz. 31 Mayıs 1876’da Abdülaziz tahtan indirilerek, yerine “Genç Osmanlılar”ın padişah adayı olan V. Murat çıkarılır. V. Murat’ın padişahlığı üç ay sürer. Ancak bu kısa sürede ülkedeki özgürlük ortamının arttığı görülür. Bu özgür ortamdan yararlanan sürgündeki gazeteciler geri döner ve düşüncelerini kaldıkları yerden yaymaya devam ederler.


Lakin V. Murad’ın zaten bozuk olan sağlığı tahta çıkınca daha da bozulur ve üç ayın sonunda V. Murat’ın yerine, II. Abdülhamit 31 Ağustos 1876’da tahta çıkarılır.


II. Abdülhamid, tahta çıkmadan önce vaat ettiği üzere 23 Aralık  1876’da, Türkiye’nin ilk anayasası diyebileceğimiz Kanun-u Esasiye’yi ilan eder. Ardından Meclis-i Mebusan’ı toplar.


Ancak II. Abdülhamit, tahta çıkışından kısa bir süre sonra, bu özgür ortamdan rahatsız olur. Özellikle basının özgürlüğü onu tedirgin eder. Çok geçmeden Osmanlı-Rus savaşını bahane edip Kanun-u Esasiye’nin verdiği yetkiye dayanarak Meclisi Mebusan’ı kapatıp, baskı rejimini başlatır.
 
Psikolojik sorunları olan ve cinnet geçirdiği için tahttan indirilen V. Murat’ı Genç Osmanlıların yeniden tahta çıkartacağı korkusu II: Abdülhamid’i kuşkucu ve baskıcı bir kişiliğe büründürmüştür. Her şeyden kuşku duymeye başlayan padişah her yere gözü kulağı olacak adamlar yerleştirir. II: Abdülhamid döneminin en iyi işleyen mekanizmalarından biri jurnalcilik olmuştur diyebiliriz.


II. Abdülhamid aynı kuşku ve baskıyla basına da yüklenmiştir. Onun döneminde, basılacak her şeyin sıkı bir denetim altına alma amacıyla kanunlar çıkarılmıştır.


Gerçek şu ki, II. Abdülhamid basının gücünün farkında olan bir padişahtır. Fransız ihtilalinin alt yapısını oluşturan basının gücü değil midir? Avrupa, basının etkisiyle çağ değiştirmiştir. II.Abdülhamit tüm bu tarihi gerçeklerin bilincindedir.


DR FATMAGÜL DEMİREL’İN KİTABI


Tarihi bilgilerimize Bağlam Yayınlarından çıkan “II. Abdülhamit Döneminde Sansür” adlı kitaptaki bilgileri de eklersek, Abdülhamid döneminin ne kadar baskılı ve sancılı bir dönem olduğunu görmüş oluruz. Üstelik kitapta bu baskılar örneklerle anlatılmış.


Kitap, Dr. Farmagül Demirel’in 1996 yılında, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yakınçağ Tarihi Kürsüsünde hazırladığı yüksek lisans tezinin genişletilmiş halini içeriyor.


Fatmagül Demirel’in bu kitabı hem yakın tarihimiz hem de basın tarihimiz açısından son derece önemli bir çalışma. Bunu kitabın sunuş bölümünde Şükrü Hanioğlu şöyle anlatıyor:


“Konuyla ilgili arşiv kaynaklarını tahlil eden bu eser, her şeyden önce, şimdiye kadar genellikle sansüre tabi tutulanlar gözünden ve uygulamada ortaya çıkan gülünç misaller yardımıyla  değerlendirdiğimiz dönem sansürünü tarihi bağlamı çerçevesinde algılayabilmemizi mümkün kılmaktadır. Bunun yanı sıra çalışma, dönem sansürünün kendisiyle eş anlı olarak uygulanan bir dizi siyasetle birlikte ve basit keyfi bir yasakçılığın ötesinde değerlendirilmesi gerektiğini de ortaya koymaktadır. Elimizdeki eser, bu niteliğiyle, II. Abdülhamid dönemini basit bir ancien regime ve izleyicisi yapıların karşı tezi olarak değil, kendi tarihi bağlamında anlayabilmemizi sağlayabilecek çalışmalar arasında önemli bir yere sahip olma hususiyeti taşımaktadır.”


Osmanlı döneminde sansürden söz etmek için önce matbaa ve basının gelişimine bakmak gerekir. Sansürün kurumsallaşması daha sonra gelir. Osmanlı Devleti’nde 1862 yılına kadar var olan basının denetimi ve düzenlenmesi yani sansür konusunda bir kurumsallaşmadan söz etmek mümkün değildir. Çünkü bu tarihe kadar basın alanında ciddi gelişmeler olmamıştır. Gerçi var olan basının da Osmanlı yönetimi hakkında muhalefet yapması, sansür olgusunun oluşmasının nedenlerindendir hiç kuşkusuz.


1862 yılına kadar muhalefet kişisel boyutta kalmıştır. Ancak basınla birlikte ciddi, sistemli ve çok geniş kitlelere ulaşacak bir muhalefet oluşmuştur. Osmanlı yönetimi böyle bir oluşumu göz ardı edemeyeceği ve bu tehdidi görmezden gelemeyeceği için bu yeni ve tekin gücü denetim altına alma yoluna gitmiştir.


Türk basınında sansürün kurumsallaşma yani kanunlar çerçevesinde  düzenlenmesi bu ihtiyaçtan doğmuştur.


OSMANLI’YA MATBAANIN İLK GİRİŞİ


Osmanlı Devleti’nde sansürün ilk kez görülmesi matbaanın ülkeye girişi ile ortaya çıkmışsa da, gerçek anlamda sansür uygulamaları Tanzimat dönemi ile başlamıştır.


Matbaanın Osmanlıya ilk girişi İbrahim Müteferrika ile olmuş gibi kabul edilse de, bu doğru değildir. Çünkü Osmanlıya ilk matbaa 1492 yılında İspanya’dan Osmanlı topraklarına sığınan Yahudilerle birlikte gelmiştir. Yahudiler sadece İstanbul’da değil Selanik, Edirne, İzmir gibi şehirlerde de matbaa kurmuştur.


Yahudilerden sonra diğer gayrimüslimler de yavaş yavaş matbaa açmıştır. 17. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti toprakları içinde gayrimüslimlere ait çeşitli  matbaalar faaliyet gösteriyordu. Fakat gayrimüslimlerin yayıncılık faaliyetlerine  Arap harfleriyle kitap basmamak ve kışkırtıcı yayın yapmamak gibi ince bir sınır getirilmiştir.


Osmanlı’da matbaa gibi güçlü bir silahı ilk kez gayrimüslimler keşfetmiş ve bunu kendilerine üstünlük sağlamak için ilk kez yine onlar kullanmaya başlamıştır. “Bu güç Osmanlıyı tehdit eder hale gelinceye kadar Osmanlı yönetiminde bu alanda müdahale olmamıştır.


İbrahim Müteferrika tarihe Osmanlıya ilk matbaayı getiren insan olarak değil de, Osmanlı yönetimine matbaanın ne kadar gerekli olduğunu anlatan insan olarak geçmelidir. Onun Türkçe eserlerin basımı için matbaanın kurulması ile ilgili düşüncelerini dönemin sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa’ya sunan “Vesiletü’t-Tıba’a adlı risalesi çok önemlidir. Bu risalesinde tefsir, fıkıh, hadis, kelam gibi İslam dinine ait eserlerin yanı sıra lûgat, tarih, tıp gibi alanlarda da eserler basmanın gerekliliğini anlatmıştır.


Sadrazamın, dönemin şeyhülislamı Abdullah Efendi’den fetva almasıyla İbrahim Müteferrika’nın matbaa kurmasına izin verilmiştir.


Ancak o dönemde, Şeyhülislamın dinen bir sakınca olmadığı fetvasını vermesi üzerine bile dini kitapların basımına izin verilmemiştir. Bunun bir nedeni de, dini eserleri elle yazan hattatların geçim kaynaklarının ellerinden alınmaması olmuştur.


Osmanlı’da dini kitap basma yasağı III. Selim zamanına kadar devam etmiştir.


BASIM YAYIM KONUSUNDA İLK DÜZENLEMELER


Osmanlı’da basım ve yayım konusunda ilk düzenlemelerin olması özel kişilerin matbaa açmak istemesiyle başlamıştır. Yönetim özel kişilerin matbaa açmak kitap basmak gibi taleplerin artması üzerine bazı kurallar koymaya başlamıştır. Bu kurallar süreli yayınların devreye girmesiyle daha da artacaktır.


Matbaa ile geç tanışan Osmanlının gazete ile tanışması da doğal olarak geç olmuştur. Osmanlı yöneticileri kendi topraklarında gazete çıkarılması fikrine sıcak bakmamıştır. Örneğin Osmanlı yönetimi, 1750 yılında bir yabancının “Avrupa’nın Siyasal ve Tarihi Olaylarının Haberleri” adlı bir gazete çıkarma isteğini, padişahın otoritesini sarsacağı gerekçesiyle reddetmiştir.


Osmanlı yönetimi gazete çıkarılmasına izin vermezken, Avrupa’daki gazeteleri izlemekten de kendini alamamıştır. Bu durum dikkat çekicidir. Basının gücünü fark eden Osmanlı yönetimi kendi gücünü korumak adına bu alanda faaliyete izin vermemiştir.


Osmanlı ülkesinde ilk gazete Fransızlar tarafından çıkarılmıştır. İstanbul’da 1795 yılında Fransız Büyükelçiliği tarafından  yayınlanan gazetenin ismi “Bulletin de Nouvelles”dir. Bu gazete doğuda yerleşmiş Fransızlara cumhuriyetin sorunları hakkında bilgi vermek, Türklere de Avrupa’yı ilgilendiren çıkar konularını tanıtmak amacını taşımıştır.


İstanbul’da yayınlanan ikinci yabancı gazete yine Fransızlara aittir. 1796 yılında İstanbul’a gelen Fransız elçisi,basına meraklı bir kişi olduğundan aylık ve dört sayfalık “Gazete Française de Constantinapol” adında bir gazete çıkarmıştır.


Osmanlıda basın alanında hareketliliğin ilk başlandığı yıl 1820’li yıllardan sonradır. 1821yılında başlayan Yunan isyanı sırasında Yunan bağımsızlığını destekleyen ve Türk düşmanlığı yapan Avrupa basını ile Osmanlı yönetimi karşı karşıya gelmiştir. Osmanlı yönetimi bu sayede basının gücünü ve gerekliliğini iyice anlamış, Osmanlının çıkarların ön planda tutan yayınlar yapan basına ihtiyaç duymuştur. Böylece devletin resmi görüşlerini yansıtacak ve isteklerini halka duyuracak ilk Türkçe gazete “Takvim-i Vekayi” 1831 yılında çıkarılmıştır.


“Takvim-i Vekayi”nin Arapça Farsça Fransızca Rumca Ermenice Bulgarca nüshaları da çıkarılmıştır.


İkinci Türkçe gazete 1840 yılında William Churcill adında bir İngiliz tarafından çıkarılan “Ceride-i Havadis”dir. Bu gazeteye de devletin yardım ettiğini ve kendi görüşlerini savunmasını istediğini görmekteyiz. Osmanlı yönetimi, yabancı uyruklu bir kişinin çıkardığı gazetenin, Avrupa ülkeleri ve gayrimüslim Osmanlı cemaatleri tarafından takip edileceğini, böylece devletin görüşlerinin onlara daha kolay ulaşacağını düşünmüştür.


1840 yıllardan sonra İzmir ve İstanbul’da Rumca Ermenice Ladino (İspanyol Yahudicesi) ve Bulgarca gazetelerin yayınlanmaya başlaması ve bu gazetelerin çok da etkin bir kamuoyu oluşturması Osmanlı yönetimini basını kontrol altına alma çalışmalarına yönlendirecektir. Öyle ki, gazete çıkarma imtiyazları basım öncesinde gazetelerin müsveddelerini  gösterme koşuluyla verilmeye başlanmıştır.


HUKUKİ DÜZENLEMELER


O dönemde basını kontrol altına alma çabaları olmasına karşın, halen daha basın ve basım alanında hukuki bir düzenleme olmadığını görüyoruz.


Bu alanda ilk düzenlemenin 8 Şubat 1857 tarihinde Matbaa Nizamnamesi’nin yürürlüğe girmesiyle gerçekleştiğini söyleyebiliri. Bu nizamnamenin bir bakıma ilk sansür düzenlemesi olduğunu da kabul etmek gerekir.


Osmanlı’da devlet eliyle başlayan basın faaliyetleri, 1860’lı yıllarda özel teşebbüs tarafından kullanılmaya başladı. 1860 yılında devlet desteği olmadan Agah Efendi tarafından çıkarılan ilk Türkçe gazete “Tercüman-i Ahval”le basın hayatında özel sektörün de yer aldığını ve rekabetin başladığını görmekteyiz.


Bu dönem önemli bir dönemdir. Çünkü Tanzimat’la birlikte başlayan bu süreçte ortaya çıkan yeni nesil aydınlar gelecekleri hakkında söz sahibi olmak ve düşüncelerini topluma yansıtmak, toplumla paylaşmak istenmişlerdir. O dönem için bu da, en kolay olarak basınla mümkün olacaktır.


Şinasi’nin 1862 yılında çıkardığı “Tasvir-i Efkar”ın amacının halka, halkın yaralarını düşünmeyi ve sorunları üstünde durmayı göstermek olduğu belirtilmiştir.


Basındaki bu yeni sesler aracılığıyla Osmanlı aydınları ülke ve hükümet sorunlarını dile getiren yazılar yazmaya başlamışlardır. Onları okuyan ve toplumun ve hükümetin sorunlarıyla ilgilenen bir kamuoyu da yavaş yavaş oluşmaya başlamıştır.


Basındaki bu gelişmeleri yakından takip eden Osmanlı yönetimi devlet politikasına ters düşen yazıları engellemeye çalışmıştır. Fakat bu mücadelede mevcut kanunlar yetersiz kaldığı için “basın kanunu” düzenleme gereği de duymuştur.


Hem basına hukuki bir düzen vermek hem de faaliyetlerini sınırlandırmak amacıyla, 31 aralık 1864 tarihinde “Matbuat Nizamnamesi” hazırlanmıştır. Bu nizamname Fransa’da III. Napolyon zamanında hazırlanan 1852 tarihli Basın Kanunu’nun temel hükümlerini almıştır ve 1909 tarihli “Matbuat Kanunu”na kadar yürürlükte kalmıştır.


II. Abdülhamid dönemi sansür uygulamalarının temel dayanağı olan Matbuat Nizamnamesi Osmanlı yönetimine yeterli gelmeyince 17 Mart 1867 tarihli “Ali Kararname” ile basına karşı alınacak tedbirlerin ve uygulanacak cezalar konusundaki her türlü yetkinin Osmanlı yönetimine verildiğini görmekteyiz.


Ali Kararname, Osmanlı aydınının hükümeti ciddi biçimde eleştirmeye başlamasıyla devreye girmiş bir çözümdür ve olanca sertliğiyle basına uygulanmıştır. Bu kararname hükümleri aracılığıyla birçok gazete kapanmış birçok yazar da görevlerinden uzaklaştırılıp sürgüne gönderilmiştir.


Kararname uygulanmaya başladığında Sultan Abdülaziz tahtan indirilerek yerine V. Murad geçirilmişti. V. Murad’ın üç aylık saltanatından sonra II. Abdülhamid Kanun-i Esasiye’yi ilan edeceği vaadiyle tahta çıkarılmış, kısa bir süre sonra da Meşrutiyet ilan edilmiştir.


23 Aralık 1976 tarihinde ilan edilen Kanun-i Esasiye’nin 12 maddesinde
“matbuat kanun dairesinde serbesttir” hükmü yer almaktadır. Bu kanunlar Matbuat Nizamnamesi ve Ali Kararname’dir. Bunlar yürürlükte iken basının serbestliği söz konu olamayacaktır. Yani görüntüde meşruti idare basına serbestlik getirmiş ve sınırlamaları kaldırmıştır ama çok kısa bir süre içinde sansür gerçek yüzünü göstermiştir.


II. Abdülhamid döneminde 1864 tarihli “Matbuat Nizamnamesi” yürürlükte kalmıştır. Her ne kadar Meclisi Mebusan yeni bir “Matbuat Kanunu” hazırlamışsa da Padişah tarafından kabul edilmeyerek  uygulamaya konulmamıştır. İşin asıl kaynağına gidilerek 1857 tarihli “Matbaa Nizamnamesi” yürürlükten kaldırılarak 22 Ocak 1888 tarihli “Matbaalar Nizamnamesi” hazırlanmıştır. Daha sonra 1888 tarihli “Matbaalar Nizamnamesi” de yürürlükten kaldırılarak, 19 Aralık 1894 tarihli “Matbaalar  ve Kitapçılar Hakkında Yeni Bir Nizamname” 29 Temmuz 1909 tarihli “Matbaalar Kanunu”na kadar yürürlükte kalmıştır.


Fatmagül Demirel’in “II. Abdülhamid Döneminde Sansür”adlı kitabında o döneme ait birçok örnek var. Kitapta gazetelere uygulanan sansürleri, gazete sahiplerinin yalvarışlarını, Abdülhamid’in gazetelere yaptığı maddi yardımları, sansüre karşı tepkileri ve yasaklanıp yakılan kitaplar hakkında bilgi sahibi oluyorsunuz.


Kitabın yazarı bir dönemi aklamak ya da karalamak amacıyla bu kitabı yazmamış. Abdülhamid hakkında bilimsellikten uzak birçok çalışma olduğunu söylüyor. Hatta Abdülhamid yanlılarına göre o “ulu hakan”ken, karşıtlarına göre ise “kızıl sultan”dır.


Abdülhamid dönemini ideolojik yargılardan uzak bilimsel tarzda incelemek ve öğrenmek isteyenler için bu kitap bulunmaz bir fırsat. 
 
Kitabın künyesi
II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE SANSÜR
Fatmagül Demirel, Bağlam Yayınları, 2007, 238 sayfa, 12 YTL.

669080cookie-checkSansür ve II. Abdülhamid dönemi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.